“Yılın hikâyesi”ne döndürmeyi başardığımız “yargılama süreci” örneklerinden biri de Pınar Selek davası. İzleyebildiğim kadarıyla bu davanın bu derece uzamasının başlıca nedeni Yargıtay’ın Pınar Selek’in ağır bir cezası alması konusunda gösterdiği ısrar. “Ağır” dediğim, “müebbet”ten aşağı bir şey değil. Herhangi bir insana, “Sana müebbet veriyorum” diyecek bir yargıcın, o kişinin o suçu işlediğine yüzde yüz güvenmesi gerekir diye düşünüyorum. Ama Pınar Selek davasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiği yargısını çürüten, sorgulayan, kuşkulu kılan birçok etken var.
AKP’nin seçim kazanarak iktidara gelmesi üstüne “medya” falan gibi kolay harekete geçirilir kurumlardan hemen sonra Silâhlı Kuvvetler direnişe geçti. Ama bu çok etkili bir direniş olamadı. Hukuken böyle bir zemin bulunamayacağı için, ama öncelikle bütün bu “Ergenekon”lar, “Balyoz”lar ortamında, ağır bir prestij erozyonu yaşandığı için (nihaî çare olan “darbe” için de uluslararası konjonktür uygun değil). Böylece “vatan kurtaran kahraman” rolünü oynamak Yargı’ya düştü. Bugün Yargı, gırtlağına kadar, bu ülkede devam eden sınıf savasına batmış durumda. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve birçok tekil mahkeme hukuka, yasaya değil, siyasi tavırlara bakarak karar veriyor. Bunun uzun boylu bir gizlisi saklısı da kalmadı. Onun için bunu görmeyen, bilmeyen de kalmadı. Adaleti sağlamakla yükümlü mekanizmanın böyle algılanıyor olması bir ülkenin başına gelebilecek en kötü, ama aynı zamanda en tehlikeli durum. Görünüşe bakılırsa, kimse oralı değil. Bir hükümetin 12 Eylül yasalarıyla kurulmuş faşizan düzeni değiştirmesinden daha büyük bir tehlike görünmüyor... O düzenin bekçilerine.
Bu sabah Hürriyet’te okuduğum, Akın Birdal’a kafa atan adamın mahkemede tahliyesi haberinin sonunu, olduğu gibi alıntılıyorum: “Koruma gibi platforma çıktım. Akın Birdal’ın konuşmasını özellikle bekledim. Konuşmaya başlayıp bu memleketin dağına ve taşına diye ifade kullanınca ‘Ya Allah’ diyerek kendisine kafa attım dedi. Mahkeme heyeti sanığın tahliyesine karar verdi.”
Böyle duygularla dolu kıymetli vatan evladını hapishane köşelerinde süründürmek yakışık almazdı.
Pınar Selek ise “müebbet” almalı, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na göre. Bunun nedeni, şimdiye kadarki yargılama süreci boyunca bir “bomba” olduğu kanıtlanamamış bir bomba atmış olması. Bir bomba olduğu kanıtlanamadığı gibi, olay yerinde bulunan nitroselülozun bir bomba kanıtı sayılamayacağına dair verilmiş üç bilirkişi raporu var.
Buna benzer birçok kafa karıştıran olgu ve ayrıntıyla karşılaşıyorsunuz, on yıldan fazla zamandır sürmekte olan bu davada. Hukukçu değilim ve hâlâ sonuçlanmamış davanın bu gibi ayrıntıları üstüne değerlendirme yapmam doğru olmaz.
Ama “hukukçu” olmaya gerek kalmadan, bazı şeyleri gözlemlemek mümkün. Bir taraf “ABC” diyor, öbür taraf “XYZ”, Yargıtay, “XYZ dendiğine göre olay şöyle olmuştur” diyor bir sonuca varıyor, ama “ABC”nin geçersizliğine neye dayanarak karar verdiğini açıklamıyor.
O zaman bu kararlara bakan insan, “Burada ne oluyor?” diye düşünmeden edemiyor.
Bana öyle geliyor ki, süregiden mücadelede yer alan birileri açısından Pınar Selek’in suçu, yasada yazılı bir suç değil. Kişiliğinde veya tutumunda olan başka bir şey, o birilerinin gözünde “hukukî suç”tan daha ağır bir “ihlâl” var. Bunun hesabı görülmekte. Örneğin Hrant’ın davasında da gördüğümüz gibi, bunları görmenin yeri Yargıtay.