Karin Karakaşlı
Sanıkların öldürülme anı anlatılırken güldüğü, tanık kadının dayanamayıp “Gülmeyin lan” dediği mahkeme salonu... Bir mahkeme salonuna sığan, eninden boyundan çekip daralan memleket. Buldurup kaybettirdikleri değişim umudumuz, belgelerle tescillendikçe meşruiyet kazanan iade-i itibarlar ve tepemizde pis bir kahkaha efekti.
Bu memleketin öldürülenlere ve ateşin düştüğü ocaklara can borcu varsa, geri kalan vatandaşlarına da manevi tazminat borcu var. Doğal akış diye dayatılan tüm bu şizoid yapı için. Ruh tahribatı için. Kaçıncı kuşağın heder oluşu için.
Temmuz, sadece sıcağıyla yakmıyor, ödeşilmemiş ocak ateşleriyle de kavuruyor. 1993 yılında Sivas’ta Pir Sultan Abdal Şenlikleri sırasında 37 cana kasteden ve Devlet’in kılını kıpırdatmadan saatlerce seyrettiği Madımak yangını hiç sönmedi ki. Sönemez ki. Hrant Dink cinayeti davasını, ar damarı aranacak seviyeye getirenlerin, kimlere dayanarak gülebildikleri ortaya çıkmadan hiçbir yangın dinmez. Dinemez ki. Kor, alevden de beter yakar, için için kavurur yüreği.
Sürüne Sürüne...
Yüreği kavrulanlar memlekete rağmen yaşıyor. Ve memlekete rağmen yaşarken kendi rüzgârlarını üretiyor el mecbur. O rüzgârı estirenlerden biri de sosyolog Pınar Selek. Selek’in Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı tam da 19 Ocak 2007 sonrasında “Akıllı ol” tehdidiyle ekranlarda beliren Yasin Hayal’in şahsında türlü gerili suretlerin bir ürünü ve Rakel Dink’in haykırışına verilmiş bir karşılık. “Ben bunlarla ne yapacağım diye didinirken, ‘bir bebekten katil yapan zihniyeti’ sorgulama çağrısıyla başladı yolculuğum. Bu ‘katile’, bu ‘erkeğe’, bu ‘çocuğa’ feminizmin penceresinden bakmak istedim... Onların nasıl katil olduklarından çok, nasıl ‘Akıllı ol...’ diye bağırdıklarını, nasıl erkek olduklarını, niye kasıldıklarını, ne diye gerindiklerini daha yakından görmek için araştırmaya başladım” diyor Pınar Selek bu ilk an için. Ataerkil düzen içinde erkekliğin kuruluş sürecinde askerlik hizmetinin etkilerine yoğunlaşan bu çalışma, özellikle erkeklik miti ile şiddet ve iktidar ilişkileri arasında sıkışan erkek kimliğini feminist bir bakış açısıyla anlamaya ve anlatmaya çalışıyor.
Bugünlerde İletişim Yayınları’ndan ikinci baskısını yapan Sürüne Sürüne Erkek Olmak, Pınar Selek’in sosyal bilimleri hayatın tam içinden, atar damarından birebir deneyimlere dayalı olarak uygulama anlayışının ürünü.
Askerlik deneyimlerine erkek kimliğinin oluşumu ve iktidar ilişkilerinin üretilmesindeki rolü açısından yoğunlaşan çalışmada sözlü tarih yöntemi benimsenerek farklı sınıfsal, kültürel, ideolojik geçmişe sahip değişik yaş ve meslekten 58 erkekle görüşmeler yapılmış. Selek, erkeklerin kendi deneyimlerini doğrudan bir kadına anlatmalarının zorluğunu da kaale alarak bu aşamada Hüseyin Deniz ve İrfan Uçar’dan destek almış. Ama işin en çarpıcı yanı, erkek görüşmeciyle de olsa otosansürün devreye girmesi. Bir yanıyla davullarla zurnalarla uğurlanılan ve övünçle paylaşılan bir deneyim gibi dursa da, sıra bu kayıtlı görüşmelere geldiğinde türlü kaygıların devreye girdiği ve görüşülen kişilerin isimlerinin açıkça yayımlanmasından çekindikleri ortaya çıkıyor. Selek bu noktada haklı olarak şu önemli tespitte bulunuyor: “Bu kaygılar nedeniyle, deneyimlerini paylaştığımız erkeklerin isimlerini değiştirdik. Böyle bir kaygının varlığı bile, tek başına, araştırmanın sorduğu sorulara bir yanıt değil mi? Deneyimlerin açıkça paylaşılamaması, bunların nasıl bir psikololjiyle taşındığını açık ediyor. ‘Askerlik’ toplumsal ilişkilerde çokça konuşulduğu için ‘tabu’ sayılan bir konu değil ama korkulan bir konu... Genellikle erkekler, ‘erkeklik’ mitinin ağırlığı altında sessizleşiyorlar. Bu travma, fıkra gibi sürekli anlatılarak atlatılmaya çalışılıyor ama söz konusu süreçle yüzleşmek, hem de toplumun önünde yüzleşmek çok zor oluyor.”
Tam da bu noktada kitaba adını da veren bu yüzleşilmesi zor hallere biraz daha yakından bakmakta yarar var. Askerlik hizmeti sırasında maruz kalınan dayak, küfür ve onur kırıcı muameleler kitabın en etkileyici bölümlerinden biri. Mecburen tekmil verilen ağaçlar, herkesin ortasında işitilen ve namus ile şeref söylemiyle şekillenen erkeğin benliğini istila eden küfürler hayatı zindana çevirebiliyor. Bu anlamda en simgesel ceza uygulaması ise ‘yerde sürünme’. Askerî şartlar altında gerekli bir savaş bilgisi olan sürünmek, ceza olarak dayatıldığında büyük bir aşağılanma hissi uyandırıyor. Pınar Selek bu bölümde alıntılanan tüm ceza anılarını, hissettirdiği esas acıtıcı yan ve verdiği mesaj açısından ele almış: “Anlatımlarda, sürünmenin çeşitli halleri açığa çıkıyor. Bir yandan, gündelik hayatta kullanılan anlamıyla çekilen ‘eziyetleri’ özetliyor, bir yandan en uçtaki aşağılanma konumunu ifade ediyor, bir yandan da otoriteye itaat eden varlığı çağrıştırıyor. Sanki ‘adam olma’ Ya da ‘pişme’ süreci, kelimenin her anlamıyla ‘sürüne sürüne’ gerçekleşiyor.”
Koğuştaki erkek erkeğe toplumsal ilişkilerden, hiyerarşi ve iktidar mekanizmasının nasıl üretildiğine, cinsellik ve eşcinsellik deneyimlerine birbirinden çarpıcı duraklardan geçen kitap, eve dönüşle birlikte askerlik hizmetinde öğrenilen şiddet, itaat, sorumluluk, ihtiyat deneyimlerinin ‘sivil hayat’taki yansımalarının izini sürüyor. Sözü bir kez daha Pınar Selek’e bırakalım: “Sürüne sürüne öğrenilen erkeklik, iktidar vaadiyle iktidarsızlığın bir arada deneyimlendiği bir süreç oluyor... Ağlamaması, dişlerini sıkması gerektiğini çocukluğunda öğretmişlerdir ona. Sünnetinde bile gizlemiştir gözyaşlarını. Babası döverken, öğretmeninden şamar yerken, sokakta kavga ederken gözyaşlarını gemlemiş, aksi halde yerin dibine girmiştir. Askerlikte de, akan gözyaşlarına rağmen, ağlamayı unutmaya zorlanır. İnsan ağlamayı unutursa ne olur? Ağlatır.”
Erkeklere dayatılan kahramanlık ve akıl kalıpları ile günlük hayatın, erkeği de yeri geldiğinde unufak eden ağır deneyimlerinin çelişkisini ortaya koyan Pınar Selek, ortaya çıkardığı mahrem bulguların çağrıştırdığı umutsuzluğa ise asla teslim olmuyor. Bireyin kendi hayatını tahmin ötesinde kurgulayabilme, kendi hayat seçeneklerine muktedir olma gerçeğinden yola çıkan Selek, bu hesaplaşmayı iktidar mekanizmaları ile mücadelenin etmenin biricik yolu olarak görüyor. Kendisi bizzat bu mücadelelerin en esaslılarını vermiş ve vermekte olan Pınar Selek, zor olanı düşlemekten asla vazgeçmediği gibi yüzünü de hep yaptığı gibi aydınlığa, ışığa dönmüş kitabında. Tüm karanlıklarla boğuşulduktan sonra varılmış, hakkı verilmiş bir aydınlık onunkisi. Ve hepimize o kadar iyi geliyor ki...Ancak o zaman gülümseyebiliyoruz yeniden, tüm o pis kahkahalara inat.
Kaynak: Radikal iki - 12.07.2009