Bundan tam on iki yıl önce İstanbul Mısır Çarşısı’nda büyük bir patlama oldu. 7 kişi öldü 127 kişi yaralandı ve 1 kişi bütün bu olanlardan sorumlu tutularak, bitmeyen bir davanın ‘suçlusu’ ilan edildi. Hayatını barışa ve insan haklarına adayan, şiddetin her türlüsüne karşı çıkan, dışlananların bir araya geldiği ‘Sokak Sanatçıları Atölyesi’nin ve feminist hareket içinde önemli bir yeri olan Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi’nin kurucularından olan sosyolog Pınar Selek, yıllardır katil olmadığını kanıtlamak için mücadele ediyor.
Gazetelere yansıyan ilk haberlere göre olayın nedeni tüp patlamasıydı. Olay yeri inceleme ekipleri bomba unsuru ve patlayıcı maddenin rastlanılmadığını rapor etmişti. Ancak 2 gün sonra Pınar Selek’in de aralarında bulunduğ 15 kişi gözaltına alındı. Sokak Sanatçıları Atölye’sinde bir bomba bulunduğu ve üzerinde Selek’in parmak izinin olduğu öne sürüldü. Zanlılardan Abdülmecit Öztürk, daha sonra zorla alındığını söyleyerek reddettiği ifadesinde bombayı Pınar Selek’le birlikte yerleştirdiğini söyledi. Hayatı boyunca her türlü şiddete karşı çıkmış biri olan Selek’e göre bu suçlamalar bir komplonun sonucuydu. Çünkü o bir sosyolog olarak PKK’yı incelemek istemiş ve Öcalan’la görüşmek için temas kurmuştu.
Selek hakkında 31 yıla kadar varan hapis istemiyle dava açıldı. Dava sürerken patlamaya neyin neden olduğunu belirleyebilmek için 11 bilirkişi raporu hazırlandı. Birbiriyle çelişen raporlardan sadece 2’si patlamaya neden olanın bomba olduğunu söyledi. Geri kalan 9 raporda ya bomba yok ya da nedeni belirsiz denildi. Birbirini yalanyalan bu raporlar Türkiye’deki bilirkişi sisteminin de tartışılması gerektiğine işaret ediyor. Bilirkişilerin hangi kriterlere göre seçildiği ve kim tarafından denetlendiği, ülkenin hukuk sistemi içinde tartışılması gereken pek çok sorundan biri.
Selek 2,5 yıl hapis yattı ve 2000’de tahliye edildi. 2008’e gelindiğinde davaya bakan 12. Ağır Ceza Mahkemesi Selek’in beraatine karar verdi. Ancak Yargıtay 9. Ceza Dairesi mahkemenin kararını bozdu. Kâbus tam bitti derken yeniden başladı. Yargılama yeniden yapıldı ve mahkeme Selek’i ikinci kez beraat ettirdi. Bu karar da Yargıtay tarafından bozuldu. Şubat ayında verilen bu kararın gerekçesi Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından geçtiğimiz eylül ayında açıklandı. Ancak haber olarak okuyucunun karşısına çıkması bu hafta içi Radikal’in konuyu ele almasıyla gerçekleşti. Genel Kurul bombayı Pınar Selek’in koyduğuna hükmetmişti. Oysa mahkeme tarafından istenen bilirkişi raporları çelişkiliydi ve bu konuda yüzde yüz bir ispat sağlanamamıştı. Ceza hukukuna göre bu durumda sanığın lehine karar verilmesi gerekiyordu. Ama öyle olmadı.
Pınar Selek 12 yıldır içinden çıkamadığı korkunç bir film olarak tanımlıyor bu süreci. Tam rahatlayacakken başka bir kötü haberle hayatı altüst oluyor. Yıllardır, üzerine vurulmakta ısrar edilen katil damgasını söküp atmak için kendini savunuyor. Bu yüzden olayla ilgili kendisine sorulan her aynı soru aslında yeni bir işkencenin kapısını aralıyor. Eylül başından beri bildiği Yargıtay kararının 3 ay sonra, şokunu belki de yeni yeni atlatmaya başladığı bir dönemde, yeniden konuşulmaya başlanması acısını tazeliyor. O artık yeni kitabından, yeni çalışmalarından konuşabilmek istiyor.
Selek 9 Şubat’ta yeniden hakim karşısına çıkacak. Bu sefer elinde yeni bir delil var. Uluslararası İşkence Merkezi’nin Pınar Selek’te posttravmatik stres bozukluğu olduğunu belirten rapor... Bu rapor, hem tutukluluğu süresince gördüğü fiziksel işkencenin hem de davanın bu kadar uzun sürmesinden dolayı yaşadığı psikolojik işkencenin bir kanıtı... Eğer 12. Ağır Ceza mahkemesi yeni deliller ışığında beraat kararında ısrar ederse dosya yine Yargıtay’a gelecek. Ancak mahkeme Yargıtay’ın verdiği ömür boyu hapis cezası kararına uyarsa, davayla ilgili iç hukuk yolları tükenmiş olacak. Böylece Selek adalet arayışını AİHM’de sürdürecek.
Pınar Selek için adalet istemek, Hrant Dink ya da Uğur Kaymaz davalarında olduğu gibi, aslında kendimiz için adalet istemek demek. Aksi halde, vicdanların kanaya durduğu hiç bir yer yaşanası olamaz. Adaletin olmadığı bir yerde yaşamanın, her an bir dirsek temasıyla içine düşülebilecek açık mezarların etrafında yürümekten bir farkı yok.