Dilek Kurban
Radikal - 24/11/2010
Bu ülkenin yargı sisteminin baştan aşağı yenilenmesi, yeniden kurgulanıp kurulması gerekli.
Kafka’nın ‘Dava’ adlı romanı, suç işlemediği halde hakkında dava açılan K’nın hikâyesini anlatır. K, apartopar tutuklanmasından itibaren, neyle suçlandığını, kim tarafından yargılandığını bilmeksizin kendisine yapılan haksızlıkla mücadele etmek için çırpınır durur. K, kasvetli mahkeme koridorlarında umutsuzca davasına dair bilgi verebilecek bir yetkili ararken anlar ki çıkışı yoktur.
Türkiye yargısının Pınar Selek’i içine ittiği cehennem, bana hep Kafka’nın K’sını anımsatır. Selek’e isnat edilen bazı ‘suçlar’ ve aleyhinde bir ‘iddianame’ vardır var olmasına ama yargı sürecinin gerektiği gibi işlediği izlenimini veren bu usul tiyatrosuna rağmen Selek’in ve K’nın yaşadığı şey özünde aynıdır. Asla öğrenemeyecekleri bir nedenle kendilerini tehdit olarak algılayan sistemin ağına düşmüş, çırpındıkça batan iki insandır onlar.
Neden Selek?
Selek’in neden hedef seçildiğini belki tam olarak hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Öte yandan, bazı öngörülerimiz var elbette. Sokak çocukları ve trans bireyler gibi toplumun köşesine itilmiş ‘gayri meşru’ insanlara dair araştırmaları, dilinin sivri, kaleminin güçlü olması ve de hele PKK militanlarına ilişkin araştırmalar, Selek’in susturulmasını gerektirdi anlaşılan. Herhangi bir kurumsal bağlantısı olmayan, arkasında bir üniversite, güçlü bir kuruluş veya siyasi bir örgütlenme bulunmayan bağımsız bir genç kadın olması ise onu kolay bir hedef kıldı.
Susturulması öylesine meşruydu ki anlaşılan, Selek’in adil yargılandığına dair bir algı yaratılmasına dahi gerek yoktu. Yargının özgüveni öylesine güçlüydü ki, asgari hukuk usullerini hiçe saymakta beis görmüyordu. Mısır Çarşısı’na Selek ile birlikte bomba koyduğu iddia edilen kişi beraat ettirilirken örneğin, Selek önce beraat ettirilmiş, sonra yeniden, yeniden yargılanmıştı. Aynı kişinin eylemi Selek ile birlikte yaptığına dair polis ifadesinin baskı ve işkenceyle alındığını, Selek’i aslında tanımadığını söylemesine rağmen. Gözaltına alındığında neyle suçlandığını bile bilmeyen Selek’e, sorgusu sırasında Mısır Çarşısı’yla ilgili tek bir soru dahi sorulmamış olmasına rağmen. O sorguda işkencelerden geçirilmiş olmasına, ömrünün 2.5 yılını tutuklu olarak hapishanede geçirmesine rağmen.
Bu yargıyla nereye?
Geride kaldığını düşündüğü bu Kafkaesk kâbusun Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin hakkındaki beraat kararını Mart 2009’da bozmasıyla yeniden başlaması, Pınar Selek’e çok sevdiği ülkesini terk etmekten başka çare bırakmadı. Türkiye yargısı, haksızca yargıladığı bir insanı daha, Avrupa’ya sürgün göndermeyi başardı. Selek, sayıları belki de binleri bulan sürgündeki Türkiyelilerin bir yenisi oldu.
Bu ülkenin yargı sisteminin baştan aşağı yenilenmesi, yeniden kurgulanıp kurulması gerekiyor. Bunun için yeni bir anayasanın kabulü, mevzuatın yenilenmesi, hâkim ve savcıların eğitilmesi yeterli olmayacak. Yargı görevini icra eden bütün kurumların, üst mahkemelerden alt mahkemelere, HSYK’dan adli tıbba, barolardan kolluk kuvvetlerine, büyük ve kökten bir zihinsel dönüşüm geçirmeleri elzem. Böylesi bir dönüşümün kalıcı olabilmesi için ise başta hukuk eğitimi olmak üzere Türkiye’nin eğitim sisteminin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bütün bunlar ise ne yazık ki, kısa vadede yapılmaya başlansa bile ancak uzun vadede sonuç getirebilecek önlemler. O sırada Selek’in ve diğer sürgünlerin gelecekleri ne olacak? Peki ya onlara yaşatılan adaletsizliklerin hesabını kim verecek?
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1029990&Yazar=D%DDLEK%20KURBAN&Date=24.11.2010&CategoryID=97