Ali Bulaç
Yıllardır süren bir "Pınar Selek davası" var. Ben Pınar Selek'le tanışmadım. Davasını uzaktan izliyorum. Bir araştırma şirketine danışmanlık yaparken, İstanbul'da yaşayan romanlar, seyyar satıcılar ve sokak çocukları üzerinde uzun süre çalıştım. Bu arada sosyolog Pınar Selek'in tinerciler, sokak çocukları ve travestilerle ilgili çalışmalarıyla karşılaştım. İlgimi çekiyordu, çünkü aslında bu bahtsız insanları kentin belalarından kurtarmaya çalışıyordu.
Sosyolojiye ilgi duyması benimkiyle benzeşiyordu. Mahkemeye sunduğu savunmasında şöyle diyor: "Özgür, ahlaklı, mutlu bir yaşam nasıl mümkün olabilir sorusu, çocukluğumdan beri beni meşgul ediyordu. Bu sorulara yanıt bulmak, toplumu, kendimi anlamak ve özgürlük alanımı genişletmek için sosyoloji okudum."
Yine de ilk zamanlarda Selek'ten kuşkulanmıştım. Zaman geçtikçe, davanın renginde bulanıklıklar gözükmeye, suçsuzluğuna ilişkin karineler ağır basmaya başladı. Şimdi açıkça işin içinde hangi faktörlerin yattığını tam olarak bilemiyorum, ama Pınar Selek'in haksız yere hapishanelerde çürütülmek istendiğine dair bende kuvvetli bir kanaat oluştu. Anti militarist, şiddete karşı ve savaş karşıtı bir insanın masum insanların ölümüne sebebiyet verecek bir terör eylemine katılması bana hiç ikna edici gelmiyor
Bilindiği üzere Pınar Selek hakkında, kendisiyle birlikte yargılanan Abdülmecit Öztürk ile birlikte Mısır Çarşısı’ndaki patlama nedeniyle 1998 yılında dava açılmıştı. 8 yıllık yargılama sürecinin sonucunda Pınar ve diğer sanık hakkında ikinci kez beraat kararı verildi. Cumhuriyet Savcısı patlamanın bombadan kaynaklandığı kanısında olduğundan kararı temyiz etti. Ancak karar yalnızca Pınar aleyhine temyiz edildi.
Diğer sanık Öztürk mahkemedeki ifadesinde, “polis sorgusunda işkence altında Pınar’la Mısır Çarşısına bomba koyduklarını" beyan etmiştir. Selek de ağır işkencelerden geçtiğini savunmasında anlatıyor. Dosyayı inceleyen Yargıtay Başsavcılığı da tebliğnamesinde, mahkemenin Mısır Çarşısı ile ilgili olarak verdiği beraat kararının onanmasını istedi. Ne var ki Yargıtay 9. Ceza Dairesi kararı bozdu ve eylem "ülkenin bölünmesini istemek anlamına geldiği"nden Pınar için Türk Ceza Yasası’nın 125. maddesi uyarınca müebbet hapis cezası verilmesi gerektiğine karar verdi.
Bazı istifhamlar var: Dosyada patlamanın sebebini araştıran çok sayıda inceleme ve bilirkişi raporu var. Mahkeme bu raporlara dayanarak Selek için tahliye kararı verdi.
Emniyet Genel Müdürlüğü ise, mahkemenin talebi olmadığı ve kendisinin de böyle bir yetkisi olmadığı halde Mahkemeye, patlamanın bomba sonucu olduğuna dair bir değerlendirme raporu gönderdi. Mahkeme Emniyet Genel Müdürlüğü’nün talebini kabul etti. Ve Jandarma Komutanlığı’nda bomba uzmanı olmayan kişilerin mütalaaları ile emniyetin gönderdiği rapor bu kez bilirkişi raporu haline geldi. İşte 9. Ceza Dairesi, dosyadaki çok sayıda bilimsel raporun patlamanın bomba olamayacağını belirtmesine rağmen patlayıcılar konusunda uzman olmayan Jandarmaların oylarıyla oluşan raporu esas alıyor.
Pınar Selek şöyle diyor: "Oyunun kuralıymış, öğrendim. Eğer şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışırsan, suçlu ilan edilirsin. Üstelik suçun şifreyi yüksek sesle söylemeye çalışmak olmaz. Tam da senin karşı durduğun, mücadele ettiğin bir tutum sana mal edilir. Örneğin bir rahibeysen, fahişelik yapmakla suçlanırsın. Hayatını İslami değerlerin canlı tutulmasına adamış bir insansan, boynuna, içki ya da uyuşturucu tüccarı yaftası asılır. Ya da bir anti militarist olarak bombacılıkla suçlanırsın. Ama şiddet karşıtı olan, hayatını şiddete, militarizme ve tüm savaşlara karşı mücadeleye adamış bir insanın, katliam sanığı olarak topluma tanıtılması korkunç bir şey."
Sağ duyularına güvendiğim birçok sanatçı ve aydın, “Pınar Selek’in şiddet karşıtı olduğuna tanığız” diye açıklamalar yapmaya devam ediyor. Hukuki süreç henüz sona ermedi. Selek'in avukatları "umutsuz değiliz" diyorlar. Umarım yargı son sözünü söylerken masum bir insanın hayatını karartmaz, kamu vicdanını rahatlatır.
Kaynak: Zaman Gazetesi
|
|