Pınar Selek
Birikim: Pınar Selek ile söyleşi
Pınar Selek’le söyleşi – kadın hareketi ve Amargi üzerine

“ÇEŞİTLİLİK, MERAK, ENDİŞE VE HAREKET!”


AKSU BORA

Birikim Dergisi, Mart-Nisan 2010 (sayı 251-252)

 Birikim Dergisinin Mart sayılarında birkaç kez feminist hareket değerlendirmesi yazıları çıktı daha önce. Bugün, 2010 yılında, Türkiye’de feminist hareket üzerine kapsayıcı bir yazı yazmak eskisinden çok daha zor. Zor, çünkü gerçek bir çeşitlilik, canlılık, farklılık içeren, hatırı sayılır bir tarihi olan, koskoca bir hareketten söz ediyoruz artık. Kimi zaman birbirine yaklaşan, kimi zaman karışan, bazen bambaşka mecralara yönelen akışlar, açılan yeni düşünce ve eylem alanları, yeni sorunlar ve yeni düğüm noktaları. Böyle bir canlılığı öldürmeden temsil etmek göz korkutucu bir iş; en iyisi, bir yerinden tutmak, bunun sadece bir nokta, akışlardan bir akış olduğunu bilerek, yakından bakmak…

Pınar Selek, Amargi Kadın Kooperatifinin kurucularından biri, aynı zamanda Amargi Feminist Teori ve Politika Dergisinin de editörü. Aşağı yukarı on iki yıldır devam eden davası dolayısıyla da tanıyoruz onu, “Hala Tanığız, Adalet İstiyoruz” kampanyaları nedeniyle de. Pınar, hiç kolay olmayan bu badirenin içinden geçerken enerjisini, inancını, inadını hiç kaybetmeyen bir kadın olarak da belleğimize kazındı. Bu sefer, Birikim’in Mart sayısında onunla konuşalım, onun feminist hareket üzerine düşüncelerini alalım istedik…


Pınarcığım, Türkiye’de feminist hareketin durumu ve kendi kuşağından kadınların hareketle nasıl ilişkilendikleri, neleri değiştirmek istedikleri, neleri dert ettikleri hakkında biraz konuşalım istiyorum… Nereden başlarız?

Çeşitlilikten, meraktan, enerjiden ve hareketten!.. Bizim kuşağın, uygarlığın, dilin, siyasetin, coğrafyasal ve tarihsel paradigmaların bütünlüklü sorgulamaların yapıldığı, feminizmin yeni seslere ve sözlere kavuşarak monolitik yapısından kurtulduğu bir aşamada, bölge, sınıf, milliyet, etnisite, cinsel yönelim farklılıklarına cevap veren, çatışarak ve birbirini dönüştürerek yepyeni bir tartışma ve politika alanı yaratan feminizmlerle tanışma şansı oldu. Cinselliğin sorunsallaştırılmasının, farklı toplumsal ve entelektüel zeminlerde kazandığı farklı ufuk ve derinlikleri izleyebildik. Kimlik politikalarının zorunlu sınırlarını, modern iktidarın kurguladığı özne kavramının ve temelci kurgularının sorunlarını tartışabildik. Ama hiçbir şeyi kendi kendimize öğrenmedik. Tarih bizimle başlamıyor çünkü. Geçmişten bugüne süren arayışların, biriken deneyimlerin izini sürüyoruz. Zaten dört yıl önce Amargi dergiyi çıkarmaya başladığımızda böyle bir noktadan hareket etmiştik. Bütün bunların yer bulabileceği, tartışılabileceği bir dergi olsun diye hayal etmiştik.

Amargi Dergi’yi birkaç sıfatla tanımlamak isteseydin, bunlar hangileri olurdu? Feminist hareket icinde nasıl bir yerde durduğumuzu düsünüyorsun? Biraz da kisisel bir soru: Sen sosyolojik arastirmaya da isteklisin, pek cok kitabin var; edebi metinlerin de var (yoksa bu bir sir miydi?!) peki bir feminist dergiye enerjini, vaktini, emegini ayirmak nasil bir tercih?

Amargi’yi birkaç sıfatla tanımlamak mı? Dünyanın sorusunu sordun sen bana! Özgürlük atölyesi desem nasıl olur? En yumuşak, bu yüzden de en radikal desem? Kadınların özgül ezilmişliğinden yola çıkarak herkes için adalet ve özgürlük isteyen, bunun için de hiç durmadan çalışan bir kumpanya desem? Ya da şöyle: Egemenlik ve şiddet kültürüyle uzlaşmayan, özgürlüğü ve mutluluğu birlikte arayan, birlikte düşünen, birlikte el veren, ayrı ayrı ama birbirine baka baka değişen cadıların büyülü yolu... Yol büyülü olunca öyle sabit bir yerde durmamız çok zor tabii. Feminist harekette nasıl bir yerde duruyorsunuz sorusunun karşısına Amargi’nin logosundaki hareketli feminaları koyacağım, çünkü bir yerimiz var mı, sabit bir yerimiz, emin değilim. Bu yüzden bize, “çizgisi belirsiz” diyenler çıkabilir. Çıkar da. Ama maalesef tek bir çizgimiz yok bizim. Belirgin ve belli belirsiz pek çok çizgimiz var. Birlikte yol alırken, zihnimizin, hayatımızın sınırlarını çok zorluyoruz çünkü. Ve soru sormaktan çekinmiyoruz.
İlla da bir yerden bahsedeceksek, şöyle diyebilirim: Feminizmin ve çeşitli uygarlık sorgulamalarının deneyimsel ve teorik birikimleri içinde, yani bol gübreli bir toprakta yetiştik. Bu nedenle birbirinden çok farklı alanlarda, hayatın karmaşık kulvarlarında aynı anda varolabiliyoruz. Belki yerimiz tam bu kulvarların geçiş yerindedir. Çok yorucu bir yer burası. Sürüklenmek çok mümkün. Dergimiz de bu yüzden çıkıyor. Yerimizi, yurdumuzu, bakışımızı, halimizi yeniden düşünüp yeniden görmek için. Ben de bu yüzden ihtiyaç duydum, evet. Çünkü yaptığım her şeyde feminist analizden besleniyorum. Derginin ilk sayısında, “Başlarken” yazısında, kendi ihtiyacıma ilişkin şöyle demişim:
“(…) Enerji kaynağımız olan feminist teoriyi sürekli yenilemeyince, pratikle eşdeğer bir ağırlık vermeyince hayat, özgürlük kıvılcımını boğuyor, sürüklüyor, alıp bir yerlere götürüyor.
Devlet dersine tek başıma sokulduğumda, feminist analiz bana güç vermişti. Ama cebimdeki ekmekler artık yetmiyor. Zaten hep cepten yiyince, cebindekiler ya kuruyor ya tadı tuzu kalmıyor ya küfleniyor.
Taze besinlere ihtiyacımız var.
Bir adım daha atabilmek için, bu dergiye ihtiyacımız var.
İhtiyacım var.”

Peki sence 16 sayı bu ihtiyacı karşıladı mı?
İhtiyaç bitmez. Keşke düşünmeye, tespit etmeye, her bir şeyi sorgulamaya bu kadar ihtiyacımız olmasaydı. Böyle karmaşık, bu kadar çok kötülüğü içinde barındıran bir uygarlık içinde başka türlü özgürlük ve mutluluk patikasını kazamıyoruz maalesef. Yani Aksucum, bir ömür boyu sürer bu iş. Ağzımıza deniz suyu kaçtı bir kere, kıyılarda kalamayız. Bu kesin. Ama şimdiye kadar çıkardığımız on altı sayı, benim için gerçekten bir okul oldu. Yaparken dönüştüğüm, paylaşırken sınırlarımı zorladığım bir okul. Yayın kurulundaki müthiş ekip sayesinde tabii… Hep birlikte sorularımızı nasıl yanyana koyup tartıştık ve bu tartışmaya başkalarını da katarak nasıl büyüttük! Dört sene önce “cebimdeki ekmekler yetmiyor..” demişim ya, şimdi tüm zorlu yolculuklarımda bana kuvvet verecek bayağı bir erzak var çantamda. Bu bizim ortak erzağımız tabii…

Amargi’ye tarafsız bir gözle bakmaya çalıştığımda, şöyle bir izlenim ediniyorum bazen: Sanki bildik laflardan, şifrelerden oluşan bir asfalt var, o asfaltın bazı yerlerini bir takım arsız otlar patlatıp çıkmış… Senin başta söylediğin hareketlilik biraz böyle bir şeyle ilişkili gibi geliyor bana. Politik dilin kendisi öyle bir sabitlenmiş, o kadar şifrelerle ve kodlarla dolu hale gelmiş ki… Şöyle dersen bu tarafa düşersin, böyle dersen şu tarafa… O dilin içinden konuşmak demek, aslında dışarıdakilere değil de oradakilere kendi konumunu bildiren bazı parolaları aktarmak demek gibi… Feminizmin iddiası zaten bu türden bir politika anlayışını alaşağı etmek, bunun içinde kendine bir yer açmaktan çok… O yüzden, trafiği tıkayacak kadar güçlü bir asfalt yarma çabası, fena bir fikir gibi görünmüyor! Gel gör ki, zaman zaman biz de o şifrelerden, parolalardan vazgeçmeyi göze alamıyoruz gibi… Bu sadece bize ait bir mesele değil tabii. Ne diyorsun, politikaya, politik dile feminist müdahale çabamız, yani şöyle böyle yirmi küsur yıllık çaba, nasıl bir yere geldi?

Bu yirmi yıllık çaba, benim gibi pek çok kişinin hayatını, dilini, politik duruşunu altüst edebiliyorsa bence az buz bir kazanım değil bu. Bütün sıkıntılara, sürüklenmelere, daralmalara, hatta cemaatleşmelere rağmen politikaya feminist müdahale, inanıyorum ki pek çok yeni politik mücadele alanı açtı. Reel politikanın dili, alışkanlıkları, yöntemleri tüm eril kasvetiyle hala pek çok şeyi belirlese de, Türkiye’nin her köşesinde trafiğin tıkandığına tanık olmuyor muyuz? Türkiye’de feminist hareket, aslında çok kısa bir zamanda, sadece kadınların değil, eşcinsel, anti militarist ve tahakküm karşıtı pek çok grubun gündemini, politika yapma biçimini etkiledi. Akademilerdeki feminist etki de politik dünyayı etkilemeye başladı. Siyasal Bilgiler böyle miydi önceden? Şimdi pek çok üniversite milliyetçilik, militarizm analizlerinde, feminizmden yararlanıyor. Bunun muhalefet biçimini de yavaş yavaş etkilediğini düşünüyorum. Yavaş yavaş, çünkü daha hızlı olmaz... Hala kodlar var, konumlar var tabii.  Yirmi yılda, bin yıllık alışkanlıkların değişmesi mümkün değil ama asfaltın ortasında otlar patlıyor ya da büyük sahneye artık yepyeni oyuncular çıkıyor ve oyun bozuluyor. Bu böyle giderse ne ala. Ama bunun garantisi yok. Kapma aygıtı içinde sindirilme ya da kapalı bir yaşam alanına doğru itilip orada sıkışma ihtimali de var. Bence dergiyi tam da bu ihtimali düşünerek çıkardık. Sabitlenen, sürüklenen dilin, zihnimizi sınırlayan, arayışımızı durduran kodların içinde boğulmadan, asfaltta, gündeliğin içinde kalıp kapma aygıtının mekanizmalarını bozmak için.

Yani epey bir akrobasi lazım diyorsun ha? Amargi Mart sayısındaki yazının başlığı "Akrobatik Feminizm"! Nedir bu çekici isimli şey? Sadece gençler mi üye olabiliyor?!

Siz Perşembe Grubunda İstanbullu feministlerin tanımlarıyla dalga geçmek için kullanmıştınız bu lafı; ben, yıllar sonra bu dalgayı ciddiye aldım ama. Bizim Amargi’de yapmaya çalıştığımız politikaya denk düştüğünden olabilir. Tabii yanlış anlaşılmasın, kendimi akrobatik feminist diye tanımlamıyorum ama bu akrobasi sözünü çok sevdim. Amargi’deki yazımda da bundan bahsediyorum. Şakayla ifade ettiğimiz bu kavram, farklı feminizmlerin birbirine dokunarak dönüşebildiği bir hareketi ifade etmiyor mu?  Dikkat et, birbirine yüzeyden eklenmeyi, birbirinden beslenerek şişkin, şekilsiz bir varlığa dönüşmeyi kastetmiyorum. Çatışmaktan ve öğrenmekten bahsediyorum. Ama sürekli… Soru işaretlerini hiç kaybetmeyen bir teori ve politikayla, söylemsel ve sembolik alandaki iktidar mücadelesine müdahalede bulunmak, iktidarın şifrelerini çözmek... Bunun sadece gençlere özgü olduğunu sanmıyorum. Tüm ayrımcılıkları ve iktidar ilişkilerini reddeden, herkes için adalet isteyen, her varlığın bir değeri olduğunu savunan bir politik çabanın içinde genç, yaşlı herkese yer oluyor. Ben bu akrobasiye olanak tanıyan şeyin, cinsiyetlendirilmiş varolanın ezilmesinden yola çıkarak her biricik varolanın ezilmesini tüm aciliyeti içinde düşünme çabası olduğunu hissediyorum. Tabii zor iş! Alışkanlıklardan, davranış ve düşünce kalıplarından kurtulup sürekli bir akrobasi halini gerektiriyor. İçiçe geçmiş ve her yandan bizi kuşatan iktidar mekanizmalarına karşı yaratıcı, çok yönlü ve genişleyen bir hareket yani....

Çoklu iktidarlara karşı çoklu direnişler diyorsun… Bunun cezbedici ve ikna edici yanı fazla; aynı zamanda, hep bir handikapı da içerdiğini hissediyorum. Belki “temel çelişki/baş çelişki” eğitimlerinden geçen kuşağın bir mensubu olduğumdan, bütün bu çokluğun anlamını ve omurgasını görme ihtiyacı yok mu aynı zamanda? Hakikatin biricik ve esas özünü ele geçirme ihtiyacının yol açtığı darlıklara ve tıkanıklıklara çokça şahit olduk; ama bana hala, yine de, çoklu iktidarlar birbirlerine bağlı gibi geliyor, bunlar arasındaki bağları keşfetmek, bu bağlar istediği kadar hareketli ve esnek olsun, direnişin ve değiştirme çabasının bir gereği gibi görünüyor. Dergiyi çıkartırken bu gereği vurgulamıştık: Feminist teoriye ihtiyacımız var, çünkü yapıp ettiklerimizin anlamını ancak teori bize söyleyebilir diye. Dergide bu amacı hiç unutmamaya çalıştık ama bazen denge bir tarafa, bazen öbür tarafa kayabildi: Çokluğu ve çeşitliliği görme heves ve heyecanı ile bunu anlamlandırma ihtiyacı arasındaki denge… Sana bu açıdan derginin hal ve gidişi nasıl görünüyor?

Evet, bu hareketli ve değişken yapıyı daha iyi görebilmek için Amargi’de kafa kafaya verdik. Ama zaman zaman çokluğu gösterme heyecanı, bunlar arasındaki bağların analizinin önüne geçti. Neyse ki, her seferinde, bunu hemen fark ettik. Bu farkındalğın sonucunda, dengeyi ilk başlardaki kadar kaçırmıyoruz bence. Fakat şu soruyu da hep soruyoruz: Omurga oluşturmanın hiyerarşiden başka yolu yok mu? Çünkü iktidar ilişkilerinin birbirleriyle kombinezonu, iç içe geçmesi, statik bir biçimde olmuyor. Tüm bunları anlamak için, birkaç paragraflık analizlerle yetinemeyiz. Sürekli çoğalan, yenilenen, form değiştiren bu yapıları sürekli takip etmeli ve aradaki dinamik, hareketli bağlantıları analiz etmeliyiz. Burada bazı mekanizmaların, tahakküm yapılarının daha belirleyici olduğu tespitini de yapabiliriz. Ama özgürlük politikasının gündemini bu analiz üzerinden oluşturamayız. Hangi tahakküm ilişkisinin baskın bir rol oynadığı sorusu bir sosyolog olarak beni ilgilendirebilir ama politik olarak değil. Cinsiyetçilik, heteroseksizm, insanın doğa üzerindeki tahakkümü, kapitalizm… Bunları önem, belirleyicilik sırasına koymak çok sorunlu. Feminizm, tam da bu konuda egemen siyasetin kurgularını parçalamıyor mu? Tüm özgürlük arayışları önemli ama yaptığımız politikanın bu analizlerden beslenmesi şart! Neyle karşı karşıya olduğumuzu analiz etmeden hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Üstelik kapma aygıtının iştahı çok, ağzı kocaman…

Kapma aygıtı deyince, sormadan edemeyeceğim, bu aygıtın sana yönelik ilgisi artık herkesin malumu, bununla nasıl başa çıkıyorsun Pınar?
Çok zor oluyor. Ve de yorucu... Aslında herkes için öyle değil mi? Duyguların sömürgeleştiği, bedenlerin nesneleştiği bu kuşatılma içinde koşup temiz hava almak çok zor. Ama ben, 12 senedir, özel bir senaryonun içinde, tüm bunları çok yoğun yaşadım. Cevabını gerçekten bilmiyorum, neden seçildiysem, bu iğrenç filmin içinden çıkamıyorum. Aaah Belinda'yı izledin mi? Müjde Ar'ın müthiş filmi. Şampuan reklamı yapan bir model, birdenbire, reklamda oynadığı hikayenin içine düşer, sıkışır, çıkamaz... Koca, kaynana, çocuklar, komşular... O filmi izlerken ürperdiğimi hatırlıyorum. Şimdi de beni izleyenler ürperiyordur belki. Nasıl mı direniyorum? Çok zor oluyor ama filmi bozuyorum durmadan. Durmadan. Kulaklarımı tıkıyorum, senaryoyu görmezden gelmeye çalışıyorum ve kendi oyunlarıma yoğunlaşıyorum. Tabii bu oyunların peşine düşerken elim boş kalsaydı, zor becerirdim bu işi. Elim hiç boş kalmıyor! Galiba en büyük güç burada.. Dayanışma güzel şey.
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process