Prof. Dr. Havva Nese Ozgen
Haziran 2010
Pınar Selek’i kişisel olarak ortak yer aldığımız birkaç sempozyum, toplantı vb.nden biliyorum. Adını ve yaptıklarını ise çok iyi biliyorum. Ta, ilk zamanlardan, Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın ardından gazeteler abartılı manşetlerle “Sosyolog Pınar Selek” in ele geçtiğini, suçlunun o olduğunu ilan ettiklerinden bu yana. İlk olarak “sosyolog” kelimesine takılmıştım: Bu sistemin sosyolog düşmanlığını kaçıncı ilan edişi idi: Beşikçi’den, Boran’dan sonra, onlarca sosyologun, sosyal bilimcinin nasıl hırpalandığını, hepimizin “dersini alması gerekeler” olarak hizaya dizilişimizi bildiğim için; bu kez ama diğer durumlardan farklı olarak iyice öfkelenip, Sosyoloji Derneği’ni harekete geçirmeye çabaladım. Zamanla dava dosyasını izledim ve durum kendimce netleştiğinde bunun sadece bir sosyologu hizaya dizmekten ibaret olmadığını, ama ek olarak, sosyolojice çalışmaya inat eden bir sosyologun hizaya getirilme çabası olduğunu iyice fark ettim.
Şimdi Pınar Selek’in dava dosyasının nasıl bir hukuki sorunlar sıralaması olduğu her geçen gün daha ortaya çıktığında; bu düşüncemin ne kadar haklı olduğunu da görüyorum.
Bu sürecin nasıl işletildiğine; ben dava dosyasıyla ilgili olarak değil ama onun yaptığı çalışmalar arcılığıyla bakmak istiyorum. Pınar Selek ne yaptı da bunları ‘hak etti’?
Bizler, başımıza neler geldiğiyle değil, onlara nasıl yanıtlar verdiğimizle insan oluruz. Herkesin başına (ağırlıkları ve gerçeklik algıları farklı olsa da) çeşitli sıkıntılar, haksızlıklar, zorluklar gelir. Önemli olan, bizi insan yapan, bunlara verdiğimiz yanıtlardır: Korkak mısınız, yoksa sinsi mi, kahraman olmaya mı özeniyorsunuz yoksa sebatla dönüştürüyor musunuz? Bizi insan yapan yanıtlarımızdır. Pınar Selek’in yanıtları nelerdi? Nelerle karşı koydu ve nasıl yanıtlar verdi?
En önemlisi, ‘müdahil sosyal bilim’den yana olması kanımca. Pınar Selek, sosyal bilim araştırmasını kendi bildiği kadarıyla ve kendince yapmaya çalıştı: Ama daha “fena” bir şey yaptı: Öğrendikleriyle hayata müdahil oldu. Bu müdahaleyi, bizim okullarda öğretilen “sosyal hizmetler” çalışmalarıyla karıştırmamak lazım. Bizlere, sosyologlara üniversitelerde “Bu yaptığınız çalışmanın, üzerinde çalıştığınız kişilerin hayatlarını iyileştirmek için ne faydası olacak?” sorusu verilir. Bu yolla bir tür ‘social policy’ yapmanız gerektiği ve üstelik sizin görevinizin faydacı bir yanı da olması gerektiği de iyice vurgulanır. Bu faydacı yan, sizin nesneleştirerek ‘üzerinde iş gördüğünüz’ sosyal yapının mühendisliğine indirgenir. Böylece giderek, faydası olmayan bir sosyal bilim araştırmasının zaten yetersiz ve bilimsel amaçlı olmadığı damgası, ancak faydalı bilimin bilim olduğuna ve giderek sadece faydalı olanın bilim olduğuna indirgenir. Böylece, sadece mühendislikten ibaret bir sosyal bilim çalışmasının işe yaradığına dair meritokratik bir zemine iner ve daha da iner, sonra daha da iner, sonra orada kalırsınız. Bunu takiben, sağda solda ‘sosyoloji diye söyledikleri şeyler de zaten hepimizin bildiği şeyler’ küçümsemesi için bir örnek, dahası bir nefer olarak yer alırsınız. Pek çok genç arkadaşımız, meseleyi tersinden anlayıp, bu hizmetler grubuna inmemek için hayattan öğrenmeyi de reddeder hale gelir ve ötesi, kuramsal çalıştıklarını iddia ederek, yaşamın bilgisinden ve dönüştürücü bilgiden iyice koparlar.
Müdahil Sosyoloji, Pınar Selek’in yapmaya çalıştığı zemindir: Çalıştığınız hayatla ilgili bilginizi kendinize saklayamazsınız. Öğrendiğiniz bilgi, bilimsel bir bilgi olarak dönüşünce, bunu yayınlamak, paylaşmak ve asıl önemlisi bu edindiğiniz bilgiyi sahiplerine iade etmekle yükümlüsünüz. International Sociological Assocciation’un Etik Kurallar’ı, “çalışılan alanın bilgisinin paydaşlardan saklanamayacağını” bildirir. American Sociological Association’un etik komisyonu, çalışma boyunca edinilen bilginin, bilimsel bilgi olarak paydaşlara iadesini kural olarak koyar. Bu paydaşlar: Üniversitemiz, çalıştığımız kurum, meslektaşlarımız, araştırmacı arkadaşlarımız, çalışmayı birlikte yürüttüğünüz tüm ekip, dersine girdiğimiz ya da girmediğimiz öğrenciler ve asıl önemlisi sahada kendilerinden bilgi aldığımız insanlardır. Sosyologlar, saha bilgisini kuramsal bilgiyle birleştirerek dönüştürdükten itibaren, paydaşları ve asıl önemlisi sahada çalıştıklarıyla bu bilgiyi paylaşmakla yükümlüdürler. Bilimsel bilginin kişinin kendisinde veya çalışmayı ısmarlayan kurumda veya üniversitede saklı kalması kabul edilemez; aksine bu bilgi hemen ve tabii bilimsel bir yolla paylaşılır. Çalıştığınız sahada, bilimle gördüğünüz bilgi sonucu, diyelim ki o bölge insanlarının yakın bir gelecekte arazilerini ve veya sulama kanallarını yitirmeleriyle sonuçlanacak ve veya temel geçim kaynaklarını temelden değiştirecek olan bir değişimi gördünüz, bildiniz. Ya da size verilen bilgiler ışığında (saha çalışması görüşmeleri, sayısal analizler vb.) bu bilgiye vakıf oldunuz. Bu bilgi, tüm paydaşlara açık olmalı ve sonuçları hakkında tüm paydaşlarla birlikte hareket edilmelidir. Bilginizi kendinize saklayamaz, karanlığa gömemezsiniz. Size bu çalışmayı ısmarlayan kurumun çıkarına ters de olsa, saha görüşmesi yaptığınız kişilerin görüşlerine ters de olsa, ya da kimi güç gruplarının hoşuna gitmese de, bu bilgi, mutlaka paylaşılır. Dahası, yazdığınız metinleri, size saha çalışmasında bilgi veren ya da çalışma süresince kuramsal olarak tartışan tüm paydaşlara öncelikle yollamalı ve yayınlamadan önce onların görüşlerini almalı, diğer bir deyişle bilgiyi asıl sahiplerine iade etmelisiniz. Bu, sosyologların olmazsa olmaz etik kurallarından ve en önemlilerinden birisidir. Pınar Selek de bunu yapıyordu: Bilgisini aldığı tüm yapıya, bu bilgiyi kendi eğitimini de katarak iade ediyor ve böylece hayatı dönüştürmeyi amaçlıyordu.
Pınar Selek için görüş bildirenler, meslektaşları, onun tüm çalışmalarında “farklılıklara nasıl duyarlı olduğunu, farklılık meselesinin onun duyarlık alanı olduğunu” dile getiriyor. Kanımca burada başka ve daha ileri bir durum vurgulanmalı. Benim görebildiğim kadarıyla, Pınar Selek’in vurgusu bununla başlıyor ama ileri gidiyor: Farklı olanı dinlemek ve eşit mesafede durmak gereği, şimdilerde sosyal bilimlerin zaten temel sine qua non’udur. Ama ötesi, yani tüm yaşamlara eleştirel olmak, kendi görüşlerini de sürekli sorgulamak ve eleştiriye açmak, kendi içinde ve dışında eleştirel kalabilmek (refleksivity), eleştirel bir biçimde hayatı ele almak ve onu dönüştürme çabası, Pınar Selek’in çalışmalarına damga vuran asıl meseledir.
Müdahil Sosyoloji, sosyologun kendi yaşamını değiştirmesini değil ama yaşamlarımızı değiştirmeyi esas alır. Farklılıkları görmek, onlara eşit mesafede durmak, kırılgan yapının görünürlüğünü artırmak; olsa olsa sosyologun sosyal insan olarak varlığını kendii için değerli kılan bir dönüşümle sonuçlanır. Yaşamlarımızı değiştirmek iddiası ise başlı başına devrimci bir iddiadır, politiktir. Çünkü Ranciere’nin de vurguladığı gibi, “eleştirel teori, özgürleştirici eylem ile bağlantılıdır”. Rancière, “ politika, Foucault’nun nitelediği anlamda bir iktidar mücadelesi ya da iktidar pratiği sorunu değil; tersine, bu herkesin aynı tarzda algılayıp, duyumsadığı “polis” örgütlenmesi (konsensüs) içinde, eşitlik ilkesi temelinde ayrıksı bir öznellik (subjectivation) oluşturma (yaratma) operasyonudur. Bu anlamda “polis” mantığı özdeşliktir (identity), politikanınki ise başkalaşımdır (alterity). İşte bu nedenle Rancière Foucalt’dan ayrılır ve “Politika, iktidar ilişkilerinden değil, farklı dünyaların ilişkilerinden oluşur.” der (Ranciére, 2005:6 ).
Pınar Selek’in yaptığı tam da budur....
http://www.facebook.com/group.php?gid=48812906085&ref=ts#!/topic.php?uid=48812906085&topic=15808
|
|