Esen Özdemir
Pınar’la ilk defa 2007’de Ankara Kadın Çalışmalarında misafir öğrenci olduğum dönemde karşılaşmıştım. Etkinliğin de konuşmacılarından olan Aksu Bora’nın ders saatinde Kırkörük Kadın Derneği’nde yapılan Amargi dergi-okur buluşmasına sınıf olarak katılmıştık. Pınar mağduriyet politikası üzerine bir konuşma yapmıştı. Bu konuşmanın bende yarattığı etkiyi hâlâ unutamam. Feminizm ile yeni yeni tanışıyordum ve feminist politikanın nasıl yapılması gerektiğine yönelik muhtemelen oradaki feministlerden çok daha fazla soru vardı aklımda. Pınar’ın mağdur olmadan ve kimseyi de mağdur konumuna sokmadan feminist bir politikanın nasıl mümkün olabileceğini kendi deneyimi üzerinden anlattığı konuşmasından çok etkinlenmiştim. Söyledikleri kadar yeşil bandanası, yeşil kolyesi ve gözleri de aklımda kalmıştı ama en çok yaşam enerjisi ve bir şey anlatma çabasıydı içimde yer eden. O çabayı hâlâ aynı canlılıkta görmek de ona karşı olan hayranlığımı dipdiri tutan en önemli sebeplerden biri.
2008 yılının Ağustos ayında Amargi Kadın Kooperatifi’ne stajyer olarak geldiğimde, Amargi’ye gelen herkes gibi benim de tanışmayı heyecanla beklediğim insanların başında Pınar Selek geliyordu. İlk karşılaşmamızda Nil Mutluer ile birlikteydiler. Her iki kadının sıcaklığı beni korkutmuştu desem abartmış olmam sanırım. Pınarla tanışanlar bilir, sıcacık dokunur size, kocaman sarılır ve kocaman öper. Pınar’ın gösterdiği yakınlık karşısında ne yapacağımı şaşırıp çalışmaya koyulmuştum. Korkmuştum çünkü birçoğumuz gibi ben de oldukça hiyerarşik ilişki ağları içinde yaşıyordum ve Pınar daha ilk karşılaşmada hiçbir hiyerarşi olmadan o kadar sıcak sarıldı ki bir süre Pınar’a nasıl davaranacağımı bir türlü bilemedim. Ezberim bozuluyordu farkındaydım. Karşımdaki Pınar Selek’ti ama o çok kısa zamanda kendisinin de ısrarıyla Pınarcık olmuştu hayatımda. Ara ara Amargi genel toplantılarında Pınar konuşurken bir anda onun Pınar Selek olduğunu anımsarım kendi kendime. Bunu kendinize anımsatmazsanız unutabilirsiniz, Pınar bunu size hiç anımsatmaz çünkü ve onunla aynı masada tartışıyor ve o ortamı paylaşıyor olmanın ne kadar güzel olduğunu fark ederim.
Pınar’ın bir sene gibi kısa bir zamanda hayatıma kattığı ve ondan öğrendiğim birçok şey sayabilirim şüphesiz ama en önemlisi ne deseler “somut düşünmek ve somut çözümler bulmak” ve “mücadele etmek” derim herhalde.
Amargi’de stajım bittikten sonra ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Üniveristelerde kadroların açılmasını bekliyordum bir taraftan ama ne kadrolara gireceğim kesindi ne de benim artık üniversite kadrolarında çalışma isteğim... Bu konuyla ilgili Pınarla yaptığım yaklaşık 15 dakikalık bir konuşmanın ardından Pınar benim için benim adıma düşünmüş ve bir çözüm bulmuştu. Bir projede çalışacaktım fakat ne yazık ki proje gerçekleşmedi ve ben yine belirsiz bir sürece girmiştim.
Projenin gerçekleşmeyeceği haberini aldığım gün ilk aradığım kişiydi Pınar. Akşamın geç bir vaktiydi ben dünya başıma yıkılmış gibi konuşuyordum. Benim gibi yaşamla bağı çok kuvvetli olmayan biri için bu hale girmek çok zor olmuyor doğrusu ama Pınar benim sesimdeki kaygı düzeyine hiç ama hiç kapılmadan, teselli de vermeden mutlaka başka bir şeyle yapabileceğimiz söyledi ve iki gün sonra görüşmek için sözleştik. Ben o iki gün boyunca hiçbir şey düşünememiştim ama hiç unutmuyorum zihnimde tek bir şey vardı Pınar’ın bir çözüm bulacağına kesinlikle inanıyordum. Hayatta sizin sorunlarınızı kendi sorunu gibi görüp bunlara çözüm bulan birinin varlığının ne demek olduğunu Pınar sayesinde öğrendim.
İki gün sonra buluştuk Pınarla ve o buluşma karesi hâlâ gözümün önünde. Pınar benim hayatımın başlıklarını (daha doğrusu sorun alanlarını) bir kağıda yazıp tek tek neler yapabileceğimi söyledi. Hayatta zorluklarla karşılaştığında çözüm bulsa bile bir süre mutlaka sızlanan ve vazgeçen benim için mücadele etmekten başka hiçbir seçenek bırakmamıştı. Ben kimim, hayatta istediklerimi gerçekleştirebilecek ne gibi deneyimlere ve imkânlara sahibim ve bu veriler ışığında ben neleri nasıl gerçekleştirebilirim. O masadan o kadar umutlu ve mutlu kalktım ki inanamadım. O gün Pınardan öğrendiğim en önemli şey -muhtemelen onu tanıyan herkesin de söyleyebileceği şey- hayatımızı sızlanarak değiştiremeyeceğimiz, karşılaştığımız sorunların adını da çözümlerini de mutlaka somut olarak ortaya koymamız gerektiğiydi. Ama bunları yaparken de kendimize doğru yaklaşmamız gerek, yani neyi ne kadar yapabileceğimiz konusunda kendimize hep dürüst olmalıyız.
Nasıl baş edeceğimi bilemediğim o kocaman sorunları kağıda üç başlık halinde ilk yazdığında durumun ciddiyetini bizzat yaşayan ben olmasam bu duruma gülebilirdim aslında. Düşünsenize birisi sizin hayatınız alıp bölümlere ayırıp hangi bölümde neler yapabileceğinizi söylüyor ve bunu ciddiyetle yapıyor. Pınar’dan öğrendiğim bir diğer şey de buydu: yaptığın her işi ciddiye almak. Pınar, Amargi’nin gündelik bir işi için, Amargi’deki kadınların hayatları ile ilgili olan bir mesele için ya da barış için, feminist mücadele için, sokak çocukları için hep aynı ciddiyetle çalışır.
Pınar gibi birinin yakınızda olması; size hayatın ne kadar zor ve çetrefilli olduğunu ama aynı zamanda mücadele edebileceğimiz alanların varlığının ne kadar fazla olduğunu, yürümeye başladığınız yola inancınızı hiç kaybetmeden ve vazgeçmeden ciddiyetle devam etmeniz gerektiğini ve bunu hiç bir zaman unutmamanız gerektiğini hatırlatır. Bunlara inanmanız için ise bizzat Pınar’ın varlığı ve varolma çabası yeterlidir. Hâlâ söyledikleri ve yazdıkları gibi yaşayan, teori ve pratiğin bu derece bir arada olabileceği gösteren birinin ve sürdürdüğü mücadelenin gerçek olmadığı hissine kapılacak gibi oluyorum bazen ama Pınar o kadar “gerçek” ki inanmaktan başka çareniz kalmıyor. Pınar benim hayatımın son dönemindeki “Başka bir dünya mümkün” umudumun en güzel gerçekliğidir.