Yeşim Başaran
Çok eskiden Pınar’ın adını duyardım, trans arkadaşlarımdan. “Bizim sokak atölyemiz var, sergi yapıyoruz” dediklerini hatırlıyorum. Bir sosyolog olduğunu ve atölye çalışmaları yaptığını duymuştum. Yıllar sonra tanıştım Pınar’la. Sokak atölyesinin deneyimlerini anlattığında şaşırdım kendime sonradan, “neden vaktinde peşine düşmemişim bu atölyenin” diye. Nasıl anladım ki acaba? Bir sosyoloğun yaptığı bir çalışma ve bizim çalışmalarımıza uzak, sandım heralde.
Pınar’la tanıştıktan, onunla birlikte çalışmaya başladıktan sonra sosyolojinin ne olduğunu anlamaya başladım. Ben hep uzakta bir disiplin olarak anlardım, tıpkı kimya, fizik gibi. Ne benimle, ne etrafımda gördüğüm, yaşamımı paylaştığım insanlarla ilgisi olabileceğini düşünmemiştim. Pınar’dan öğrendim.
İnsanların kıymetliler ve kıymetsizler diye ikiye ayrıldığını bilirdim hep; ama kıymetsizliğin, kendi kıymetsizliğimin, kaçınılmaz olduğunu düşünürdüm, mücadele etsem de. İnsan kendi gibi olanlarla biraraya gelmeye çalıştığında ortaya çıkıyor zaten mücadele. Ama içeriğini çeşit çeşit doldurabilirsin. Ben işte marjinal kalmaya mahkum olduğunu düşündüğüm bir şekilde dolduruyormuşum. Kıymetsizliğin dışarıdan bakanlarca yaratıldığını, senin içerden bunu yok sayarak yaşayabileceğini ve hatta başkalarının da bakışlarını değiştirebileceğini Pınar’dan öğrendim.
Kendime benzemeyen insanlarla hiçbir ortaklık bulamayacağımı sanırdım. Yabancı hissederdim. Ne konuşacak konu, ne birbirini anlama imkanı. Buz gibi biriydim anlayacağınız. Bunun kaçınılmaz olmadığını Pınar’dan öğrendim.
Kızdığım birçok şeyi sorsalar bana, anlatamazdım. Ne neye kızdığımı, ne de neden kızdığımı. Pınar’ın yazdıklarını okudukça, onunla sohbet ettikçe, nasıl yaşadığını, nasıl iletişim kurduğunu, zorluklarda nasıl çözüm ürettiğini izledikçe, benim de dilim çözüldü. Korku ile cesaret arasındaki geçişi, sadece kendiminkini değil, başkalarının korkularını da cesarete çevirmeyi Pınar’dan öğrendim.
Meğer sadece kendi ilgilendiğim konulara dalmışım ben. Neye baksam sadece ben ve benim gibiler. Başka konulardan bihabermişim. Onların varlığını, yaşanan tüm olayların, deneyimlerin birbirleriyle bağlantılı olduğunu Pınar’dan öğrendim.
Hayal dünyasında yaşıyordum. Hayallerimi gerçekleştirmenin yollarını bilememek, hayallerimden uzaklığım, hırçınlaştırıyordu beni. Küskün ve bencil biri yapıyordu. Çıkışsız, kendine dönük, hiçbir şeyin değerini göremeyen biri. Meğer insan hayallerini zihninden çıkarıp dışarı doğru şöyle bir bıraktığında, hayallerini başkalarına da bulaştırdığında, hayallerini/yaşamını yaşamaya çalıştığında herşey bambaşka oluyormuş. Sürpriz: Bunu da Pınar’dan öğrendim.
Pınar. Enerjik, dışa dönük, yaşama bağlı, heyecanlı, azimli, sabırlı biri. Bildiklerini, deneyimlerini kendine saklamayan, herkesle paylaşan biri. Nasıl ki kimi insanlar bir yerden bir yere kötücül dedikodular taşıyarak kendilerine pay çıkarmaya çalışır, Pınar da işte tam tersi, bir yerden bir yere deneyim, sıcaklık, bilgi taşıyor hep. İnsanların birbirlerinden uzak durmalarını engelleyecek ne varsa bildiği ortaya döküyor, paylaşıyor, kendi anlama çabasını başkalarına da bulaştırarak toplumun içindeki görünmez duvarların aşılması için uğraşıyor. Pınar neye benziyor sence diye sorsalar, masallardaki iyilik perisine, derim. Ama aklınıza geldiği gibi kırılgan, narin bir iyilik perisi değil. Tüm kötülüklerin ve olumsuzlukların farkında olan ve herkese onların karşısında durma cesareti aşılayan bir iyilik perisi.