Umarım Oktay Ekşi ağabeyimizi kızdırmam. Çünkü sonucu belli bir dava hakkında gerekçeli karar açıklanmadan yazmak, bağımsız hukuk sürecine müdahale sayılıyor mu, kestiremiyorum. Fakat bu dava, Türkiye’de zaten bağımsız bir hukuk süreci olmadığının acıklı bir kanıtı.
Sosyolog ve yazar Pınar Selek’in yıllardır süren davasından söz ediyorum.
1998’de başka nedenlerle gözaltına alınan Selek, sorgusunda hakkında soru bile sorulmayan Mısır Çarşısı patlaması nedeniyle mahkemeye çıkarıldı. Yargılandı diyemiyorum. Olanlar yargılamadan çok, yargısız infazı andırıyor. Hani derler ya, öldürmeyip, süründürüyorlar.
Oniki yıllık bu köşe kapmacanın detayları bu köşeye sığmayacak kadar uzun. Ama karışık değil. İç rahatlığıyla, bu “dava”nın özetini yapabilirim:
Olaydan sonra altı bilirkişi raporu yazılıyor. Hepsi “patlayan, bomba değil” diyor.
Bunun üzerine, olayda yetkili bile olmayan kurumların girişimiyle bir rapor daha yazılıyor. O rapor ısrarla bombadan söz ediyor.
Ağır Ceza Mahkemesi savcısı raporun üzerine atlıyor ve “işkence altında ifade verdim diye bas bas bağıran” diyen bir zanlının ifadesine dayanarak (o dönemde AB reformları yoktu ve işkence günlük bir olaydı), Pınar Selek için müebbet hapis talep ediyor.
Bu abesliğe yargıçlar yüz vermiyor. Pınar Selek ve işkence altında ifade verdiğinde ısrarcı diğer sanık –ki o sanık bombayı kendisinin koyduğunu bile söylemiş ifadesinde- beraat ediyor.
Olay Yargıtay’a kadar gitti. Geçtiğimiz günlerde de Yargıtay, mahkeme kararını esastan bozdu. Yani, “karar yanlış, düzeltin” dedi. Beraat kararının bozulması, ceza verilmesi gerekir demekle eşanlamlı. Şimdi bu genç bilim kadınını ciddi ciddi tehdit eden, müebbet hapis cezası.
Fakat iş biraz garip. Sadece bilirkişi raporları nedeniyle değil. “Bombayı ben koydum” diyen zanlının beraat kararına itiraz bile eden olmaması da var. Unuttular herhalde. Yoksa onun önemi mi yok?
Zahmet edip, bu davanın –Türkiye’de moda terminolojiyle söylersek, “sözde dava”nın- oniki yıllık tarihine bakarsanız, “bir gücün” Pınar Selek’i yok etmeye karar verdiğini açıkça görürsünüz. Çünkü bir-iki defa değil, sayısız defa, Selek’in derhal beraat ettirilmesi ve üstelik yapılanlar için kendisinden özür dilenmesi gerekirken ve hatta zaman zaman onun lehine kararlar da verilmişken, kim olduğu belli olmayan karanlık “bir güç”ün müdahalesiyle, Selek bugün içinde bulunduğu duruma zorla getirildi.
O “bir güç”ün Ergenekon olduğunu iddia edemem. Elimde kanıt yok. Ama Ergenekon zihniyeti iliklerine kadar işlemiş sayıca küçük bir insan topluluğundan söz etmek sanırım abartı değil. Olay, Türkiye Cumhuriyeti hukuk mekanizmasının, Atatürk’ün deyimiyle, “tüm kalelerinin fethedilmiş olduğunu” gösteriyor.
Bir süre önce Uluslararası PEN’in bursiyeri olarak Almanya’ya gelen ve şimdi Berlin’de bulunan Pınar Selek’in avukatları davayı AİHM’e götürecek doğal olarak.
PEN, olayı çok yakından ve büyük endişeyle izliyor. Sadece PEN’de değil. Avrupa’da Selek’i tanıyan ve takdir eden saygın kurum sayısı az değil. Yani, Selek olayı geleceğin AB raporlarına geniş konu olmaya aday. Konuyla ilgili haber ve yazılar çıkmaya başlıyor bile.
Yani belki Selek’in başına, sürgün yaşamına mahkûm olmak ve “katliamcılık” gibi iğrenç bir iftiranın lekesinden tam kurtulamamak dışında bir şey gelmeyecek. Ama o, Türkiye’de de saygın ve kendini savunmayı başarabilen bir aydın.
“Sözde hukuk”un on binlerce başka kurbanının durumu daha da içler acısı muhtemelen.
Mahkemelerin gerçekten bağımsız bir denetimi var mı? Yoksa 12 Eylül’ün kukla mahkemeleri devam edip gidiyor mu? Bu sorunun mutlaka tartışılması ve artık birilerinin ciddi ve inandırıcı açıklamalar yapması gerekiyor.
Bu durumdan çıkmaya, ciddi bir AB reformu yeter mi, bilmem. Bana öyle geliyor ki, iş daha zor. Bu kokuşmuş hukuk sistemini dağıtıp, baştan kurmak belki tek çıkış yolu. Üstelik, “bir güç” yoğun şekilde müdahale etmeden önce Pınar Selek’i beraat ettiren ve dürüst oldukları anlaşılan yargıçlar gibi binlerce dürüst hukukçunun da bunda büyük çıkarı olsa gerek.
CEM SEY 15 Şubat 2010 -
Taraf Gazetesi http://taraf.com.tr/makale/10050.htm#
|
|