Pınar Selek
Ben ağladım yazarken... Pamuk Prenses, Kül Kedisi'nden de beter bu topraklar kadınlar için...
PINAR SELEK:

Ben ağladım yazarken... Pamuk Prenses, Kül Kedisi'nden de beter bu topraklar kadınlar için...



 
SEMA ASLAN



Pınar Selek, masal dünyasında ilerlemeye devam ediyor. Son kitabı Siyah Pelerinli Kız'ı yeni bir masal kitabı, onu da bir roman izleyecek.

Pınar Selek'in insanın dilediği vakit kendisini nasıl da korkulara sürükleyebildiği ve kendi yaratısı kâbuslara nasıl da esir olduğunu anlattığı masal kitabı Siyah Pelerinli Kız, Şahmaran Çocuk Dizisi'nden çıktı. Kitap hem masal tonu, hem de yaşadığımız dünyaya göndermeleriyle dikkate değer. Ama belki de en önemlisi, ekolojist ve feminist vurgusu. Adı Siyah Pelerinli Kız iken Kara Peçeli Cadı'ya dönen genç kadını, adı Yosun olan küçük bir kız çocuğu kurtarır. Onu ormanın derinliklerinde, meşe ağacının rehberliğinde bulur. Doğanın tüm hayvanları, bitkileri ve de Orman Perisi, bu işte ortaktır. Yosun, insan ve doğa arasındaki sözde ikiliği kolayca aşarak, doğayla bir olarak köyünün insanlarını kâbusuyla yüzleştirmeyi başaran küçük kız çocuğudur.

Pınar Selek'e belki de en çok küçük kız çocuklarının cesaretini destekleyen masalını veedebiyatını sorduk.

• Pınar Selek, entelektüel ilgisini geniş bir alana yaymış olmakla birlikte, esas itibariyle kuramsal metinlerin yazarı. Fakat son son, edebiyata da –bu kez yazar olarak adım attın. Biraz bu süreçten, seni edebi metinler yazmaya iten süreçten söz eder misin?

- Nereden başlasam, bilmiyorum. Benim ilk metinlerim edebidir aslında. İlkokul son sınıflarda, şimdi okurken çok güldüğüm bir roman yazmıştım. Sonra hikâyeler, şiirler... Liseyi bitirdikten hemen sonra,tarihini hatırlamıyorum, '92 ya da '93'te Varlık dergisinin düzenlediği Öykü Yarışması'nda özel ödül kazanmıştım. Üniversite yıllarında, biraz uzaklaştım edebiyattan. Aslında uzaklaşmadım, kendim için hep yazdım ama o zamanlar, yaşadığımız toplumsal ve politik çelişkileri analiz etmeye ihtiyaç duyuyordum daha çok. Duvarın yıkılması, özgürlüğe dair politikaların bulanması, tüm hayata hâkim olan yeni değerler, hızla değişen kentler, politikalar, alışkanlıklar vekafamda beliren onlarca, yüzlerce soru işareti...Tüm bunlar beni sosyolojiye yöneltti. Sabiha Sertel ve Behice Boran'dan çok etkilendiğimi söyleyeyim. Bu nedenle zamanında Behice Boran'ın kovulmuşolduğu Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ni yazdım. İki sene orda okuyup İstanbul'a yatay geçiş yaptım. Sosyolojinin ve felsefenin bana açtığı pencereden, sorularıma cevap aramaya başladım. Tabii çok büyük bir bulamacın içine düştüm. Daha önce hiç fark etmediğim toplumsal sorunlarla boğuşurken, yavaş yavaş önümü görebildim. Gördükçe deyaptığım analizleri yüksek sesle söylemek ve politik bir özne olarak ortaya çıkmak ihtiyacı hissettim. Ama içimdeki şeytan hiç uyumadı. Ne zaman ki bubulamacın içindeki denklemi kavramaya başladım, o zaman şeytan beni daha çok rahatsız etmeye başladı. Yıllar önce İstanbul'daki transseksüellerin macerasına ilişkin yazdığım Maskeler, Süvariler, Gacılar kitabının girişinde "Buradaki deneyimlerimi ancak bir roman taşıyabilir sırtında" dedim mesela. Analitik bir kitap yazdım çünkü önce analizlerimi netleştirme ihtiyacı içindeydim. Şimdi daha rahatım. Bu yüzden bir romana giriştim. Beni deli eden, şimdiye dek hiç olmadığı kadar heyecanlandıran bir romana! Sanırım kendi zamanımı bekledim...



• Senin edebiyatın bir tesadüf değil diye düşünüyorum. Keza çocuk edebiyatına yönelmen de öyle… Neler söylersin bu konuda?

– Kendi çocukluğumla ilgili sanıyorum. O zamanki düşlerimi hâlâ kaybetmedim. Bunları dillendirmek istedim öncelikle. Benim için masal sevmek, hayat karşısında çocuksu hayretimizi ve hayal gücümüzü korumak demek. Zaten onları kaybettiğinde direnemiyorsun, mücadele de edemiyorsun. Ben çocukluğumdan beri masallara tutundum. Samed Behrengi'nin kitapları hâlâ başucumdadır. Bir Şeftali Bin Şeftali, Küçük Kara Balık, Püsküllü Deve... O zamanlar Türkiye biraz farklıydı. Biz gerçekten güzel şeylerin olabileceğine inanan bir ortamda yetiştik. Okuduklarımızın gerçek olabileceğine inanırdık. Bugün beni hâlâ ayakta tutan o zamanki ruh halim. Sadece içimdeki çocuktan, masallarımdan değil, o zamanki ruh halimdendekopmamak istiyorum. Kopmadıysam, bunu en çok kız kardeşim Seyda'ya borçluyum. İkimiz, kendi dünyamızda, birbirimizle ilişkimizde çocukluğumuzu hâlâ koruyoruz. Sanıyorum birbirimiz sayesinde çocukluğumuza dair her şey canlı, ayakta. Bebekliğinden beri ona masallar anlatırdım. Bir süre sonra iyice alıştırmışım artık, bu benim görevim oldu. Şehrazat gibi her akşam anlatacak yeni masallar buluyordum. Bildiklerim tükenince uyduruyordum. Sanırım o yüzden içimde bir sürü masal birikti zaten. Ama bir türlü zaman ayırıp içimdeki masalları çıkaramamıştım. Bu sene iki kitabım çıktı. Diğeri de yolda...

• Siyah Pelerinli Kız, insanların ihanetine uğrayan genç bir kızın nasıl da bir cadıya dönüştüğünü anlatıyor. Ve ondan sonrasında da kendi kâbusunu yaratan insanların çaresizliklerini okuyoruz. Sen nasıl nitelersin, neler söylersin bu masala dair?

– Bilmiyorum ki... Masal söylüyor işte... Birbirimizi nasıl canavarlaştırdığımızı anlatmak istedim. Bu canavarlığın altındaki çaresizliği, yalnızlığı ve aşkı... Ama masalın belki de söylediği en büyük söz, en zor görünen sorunların bile samimiyetle, hesapsızlıkla çözülebileceği. Cadının sırtındaki hançerleri yetişkinler değil, bir çocuk çıkarıyor... Bilmem, başkaları konuşuyor zaten masal hakkında. Ben konuşmakta zorlanıyorum. Masalın diliyle konuştum zaten...

• Siyah Pelerinli Kız, bir masal kitabı olmakla birlikte, alt metninde, yanlış diye bilinen doğruları ortaya çıkarmak, insanlara yardım etmek, mücadeleci olmak,risk almak, toplum içinde yaşayarak sağalmak gibi mesajlar içeriyor. Ve belki de ben seni bir parça tanıdığım için bu alt metinde zaman zaman seni gördüm…

– Teşekkürler. Bilmem, sadece ben yokum tabii o masalda. Olmasını düşlediğim, hayal ettiğim şeyler bunlar. Ama farkındaysan, en çok naiflik var. Unuttuğumuz, eskittiğimiz naiflik...

• Bir 'cadı'ya bir kız çocuğu yardım ediyor; cadı bir tek erkekleri korkutuyor. Ne manidar?

– "Vay feminist..." dedin değil mi okurken? Ama gerçeklik bu değil mi yaşadığımız hayatta? Hem sen de biliyorsun ki o cadı bir adamı seviyor, onun hediye ettiği kolyeyi yıllarca saklıyor. Hatta buluşuyorlar... Ben ağladım yazarken... Pamuk Prenses, KülKedisi'nden de beter bu topraklar kadınlar için... Aşk çok zor… Ama çok da büyük...

• Doğayla ilişkinden söz eder misin? Kitapta, doğa ve insan arasında, günümüzde olduğunun aksine –ve insanoğlunun güvenilmezliğine ilişkin var olan ciddi şüphelere rağmen, bir kopukluk, bir karşıtlık yok. Tersine bir işbirliği söz konusu. Aslında bir önceki soruyla birlikte düşünüldüğünde bu bana biraz da 'eko-feminizm'i çağrıştırdı. Bu konuda neler söylersin?

-Bildin! Kendimi doğrudan doğruya 'eko-feminist'diye tanımlamıyorum ama ekolojist ve feminist olduğum doğru... Böyle mesajlar vereyim diye kurgulamadım; kahramanlarım düşlerimin içinden öyleçıktılar ama nasıl baktığım, varlıklarda ne gördüğüm önemli tabii. Varlıklar ve insanlar arası eşitlik, adalet ve özgürlük penceresinden bakınca bunları görüyorsun... Benim masalım başka türlü olamaz, çünkü ben buyum. Sadece düşünen değil, hâlâ ağaçlarla konuşmayı, onlardan dilek dilemeyi, denizle aşk yaşamayı sürdüren Pınar. Bu çocukluk mu bilmiyorum. Ama bana güç veriyor.

• Edebiyatımızda hayvanların ve bitkilerin dilinden anlayan, kahramanlıklarıyla da bilinen bir Keloğlan figürü var. Yosun için neler söylersin?

-Aah.. Ne güzel bir anımsatma! Benim hep kahramanım oldu Keloğlan! Büyüdüğümde de hep onun gibi  arkadaşlar seçtim kendime. Yaşasaydı Yosun'la da arkadaş olurdum ve onu Keloğlan'la tanıştırırdım! Anlaşırlardı mutlaka… Ve biz de onları çok severdik mutlaka…


Varlık
Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi/ Ocak 2010
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process