Pınar Selek
SOSYOLOG PINAR SELEK'TEN KÜÇÜKLER İÇİN MASALLAR

07.12.2009 14:56:00

  PEN 2009 Duygu Asena Ödülü sahibi Pınar Selek, yazarlık bursuyla bir süredir Berlin'de. Kendisinden yine "ciddi kitaplar" bekleyenleri şaşırtarak çocuklar için masal kitabı yazan Selek'le CNN TÜRK editörü Reyhan Yıldız konuştu...

 

PEN 2009 Duygu Asena Ödülü sahibi Pınar Selek: Türkiye’ye daha güçlü döneceğim

 

“Maskeler, Süvariler, Gacılar" ve "Barışamadık"tan sonra "Sürüne Sürüne Erkek Olmak" kitabıyla, Türkiye’de tabu niteliğindeki bir konuyu, askerliği inceliyorsun. Yakında Almanya’da da yayınlanacak bu kitabınla PEN 2009 Duygu Asena Ödülü’ne layık görüldün. Biz bir sosyolog olarak senden yeni bir araştırma beklerken sen iki çocuk kitabıyla çıktın okurların karşısına. Nereden çıktı bu çocuk masalları yazma fikri?

Ben zaten hep masallarla yaşıyordum. Başka türlü bu kasvete dayanmak nasıl mümkün? Düşlerini, hayatın hoşluklarını koruyarak. Özellikle de içindeki sevgiye dört elle sarılarak. Benim için masal sevmek, hayat karşısında çocuksu hayretimizi ve hayal gücümüzü korumak demek. Zaten onları kaybettiğinde direnemiyorsun, mücadele de edemiyorsun. Ben şanslıyım… İyi insanlarla çevrili olduğum için, masallarıma tutunabildim. Sevgisizliğin ve şiddetin kendi dünyama girmesine izin vermedim. Sanıyorum bu sayede hayatın sertliğine dayanıyorum. Tüm bunları en çok kız kardeşime borçluyum. İkimiz, kendi dünyamızda, birbirimizle ilişkimizde çocukluğu hala koruyoruz. Sanıyorum, birbirimiz sayesinde çocukluğumuza dair her şey canlı, ayakta… Bebekliğinden beri ona masallar anlatırdım. Bir süre sonra, iyice alıştırmışım artık, bu benim görevim oldu. Şehrazat gibi, her akşam anlatacak yeni masallar buluyordum. Bildiklerim tükenince uyduruyordum tabii. Hala sürdürüyoruz bu oyunu… İçimde bir sürü masal birikti. Ama bir türlü zaman ayırıp içimdeki masalları çıkaramamıştım. Bu yıl, onu yaptım. Devam da edeceğim.

 

Masal yazarak güçleniyorum

 

Büyükler için ciddi araştırmalar yapmak mı, çocuklar için masallar yazmak mı, hangisi daha zor?

İkisinin de ayrı zorlukları var. Birincisi için çok çalışmak, çok düşünmek, her şeyi ince ince sorgulamak, aradaki bağlantıları çok titiz bir şekilde kurmak lazım. Masal için, gerçekliğin kalıplarından kurtularak düş gücünü ve içindeki hakikati açığa çıkarmak gerekiyor. Masalları yayınevine göndermeden önce, onlarca çocuğa okutuyorum ve onaylarını alıyorum. Zaman zaman yetişkinler unutuyor ama çocuklar çok zeki. Bizim sonradan kaybettiğimiz zenginliklere sahipler. Hayat, büyüsünü, şaşırtıcılığını, heyecanını yitirmemiş daha. Hiçbirine “sen bu masaldan ne anladın?” diye sormadım ama çocuklar bir sürü geri bildirimde bulundular. Kimileri üzerine yeni hikayeler ekledi. Bu beni çok heyecanlandırdı. Çünkü başta çok kaygılıydım. Farkında olmadan yetişkinlik deformasyonu taşıdığımı biliyorum. Ama vahim durumda olmadığımı gördüm çocuklarla konuşunca.  İçimdeki çocuktan kopmamışım demek ki. Sanırım insanı ayakta tutan da bu. Eğer masal duygusunu yitirirsen, sürekli gerçekliğe tosluyorsun ve çoğu zaman gerçekliğin içinde sürükleniyorsun. Sevgilerimiz, arzularımız, duygularımız tüketim makinesinin içine akıp başka şekillere bürünüyor ve bize yabancılaşıyor. Kendi hikayeni yaşarken, onun yaratıcısı olduğunu hissetmek, başka hikayelerle, masallarla yeniden düşünmek çok güzel... O zaman bulunduğun ana, yaşadıklarına, sıkıntılara daha büyülü anlamlar katıyorsun. Yaşadığım hayat içinde, bunun zorlukları da olsa, masal yazmak bana çok büyük mutluluk veriyor. Kendimi hissediyorum. Çocukluğumu, hayallerimi… Güçleniyorum.

 

Masal kitaplarıyla çocuklara hangi mesajları veriyorsun?

Bir masalın başına, “şu mesajı vereyim” diye oturmuyorum. Özellikle masal kahramanlarımı masa başında kurgulamıyorum. Hayatın içinden öylece çıkıyorlar. Tüm açıklıklarıyla. Parlayan gözlerle dikiliyorlar karşıma. Yaşayan insanlar bunlar. Onları tanıyorum. Masal karakteri olarak, yeniden karşıma dikildiklerinde, ben de şaşırıyorum ama hepsi benim yaşamımdan çıkıyorlar. İnanmadığım hiçbir şeyi yazmıyorum. Tabii nasıl baktığım, varlıklarında ne gördüğüm önemli. Varlıklar ve insanlar arasında eşitlik, adalet ve özgürlük penceresinden bakınca, bunları görüyorum. Siyah saçlı şişman periyi, orta yaşlı yoksul aşığı, herkesin cadı sandığı anneyi…

 

Bir yazarlık bursu aldın ve Almanya’ya gittin. Bu süreci anlatabilir misin?

Dört ay boyunca, Heinrich Böll evinde bir zaman makinesine girdim. Sadece şimdi üzerine çalıştığım romanı değil, ne istiyorsam yazmam için. Ben de önce bir masal yazdım. Birkaç ay sonra Özyürek yayınlarından çıkacak. Sonra sürdürdüğüm doktora çalışması için yoğunlaştım. Şimdiye kadar yaşadığım politik deneyimlerin bir üst sözünü kurmaya çalıştığım için, çok önemli buluyorum. Bir yandan da roman çalıştım. Tabi tüm gelen gidenlere, etkinliklere rağmen. Ama çok güzel bir yerdi. Sabah altıda kalkıyor, ceylanlı, sincaplı bir ormanda yürüyor, bir saat sonra geri dönüyor, hareketli bir güne başlıyordum. Bir haftadır Berlin’deyim. Şimdi Pen International’ın yazarlar evinde kalacağım bir sene. Burası daha hareketli bir yer ama hem yoğunlaşmaya hem çalışmaya fırsat bulacağım. Ayrıca her bir köşesi ilham veriyor Berlin’in.

 

Türkiye’ye daha güçlü döneceğim

 

Seni feminist kimliğinle tanıyoruz. Günlerin sadece kitap yazmakla geçmiyordur, Almanya’daki kadın örgütleriyle, kadın hareketiyle bir temasın oldu mu, yazmanın dışında neler yapıyorsun?

Aslında Türkiye’den biraz yoğunlaşmak, hayatıma uzaktan bakmak için ayrılmıştım. Bir yıl başka bir pencereden bakayım, biraz uzaklaşayım istemiştim. Ama nereye gidersen git, kendini de götürüyorsun. Kendinden uzaklaşamıyorsun. İstediğim yalnızlığa, sükunete pek kavuşamadım çünkü neredeyse her hafta bir başka feminist grubun etkinliğine katılıyorum. Sadece Almanya değil… Fransa, Avusturya, İsviçre, Belçika… Yollarda yazıyorum ben de.

Son birkaç aydır, feminist, anti militarist, şiddet karşıtı gruplarla yaşadığım paylaşım, sadece yazarlık açısından değil, şiddete karşı, özgürlük için mücadele eden ve edecek bir özne olarak, beni çok zenginleştirdi. Türkiye’ye daha güçlü döneceğim.

 

Yazmakta olduğun romanı anlatabilir misin, nasıl bir öykü üzerine kurdun?

İstersen, onu kitap çıkınca konuşalım. Şimdi üzerine konuşursak, büyüsü bozulur diye korkuyorum.

 

Peki önce Türkiye’de mi, Almanya’da mı yayınlanacak? Aldığın bursun kitabın yayınına dair koşulları var mı? Belli bir sürede tamamlamak, yayınlanacağı ülke vs…

Tabii ki önce Türkiye’de yayınlanacak. Aldığım burs, koşulsuz olarak bana yazma imkanı sağlıyor. Karşılık ya da herhangi bir kural olsaydı kabul etmezdim zaten.

 

Duygu Asena Ödülü’nü askerliği feminist bir bakış açısıyla inceleyen bir kitapla aldın. Kadını değil, erkeği anlatan bir kitapla Duygu Asena Ödülü’nü almış olmak ilginç değil mi?

Tersine. Feminizm kadına bakmak değil ki! Toplumsal ilişkilerde cinsiyetçiliğin etkilerini analiz etmek, toplumsal cinsiyetin hayatımızı nasıl etkilediğini görmek. Kadın olmak da erkek olmak da buna dahil. Son yıllarda feminist perspektiften erkeklik çalışmaları yapılıyor. Çünkü erkekliği anlamazsak, ataerkilliğin şifrelerini çözmek bizim için daha zor olacak. Ben Türkiye’deki şifreleri çözmeye çalıştım. Türkiye’deki erkeklerin nasıl “adam” edildiklerine, “adam olmak” için nasıl ezildiklerine, zorlu sınavlar içinde sıkışarak içlerinde büyüttüleri korkudan nasıl bir şiddet çıkardıklarına, şiddet uygulamayı nasıl öğrendiklerine ve hangi mekanizmaların bu süreçte rol oynadığına baktım. Türkiye’nin böylesi bir tartışmaya çok ihtiyacı olduğu kesin, öyle değil mi? Bu kitabımın, Duygu Asena ödülü alması çok önemli. Tüm topluma feminizmin “kadıncılık” demek olmadığını bir kez daha gösteriyor bu ödül. Keşke Duygu yaşasaydı da, görseydi… Eminim, tatlı tatı gülümserdi.

 

Roman bittiğinde ne yazacaksın?    

Herhalde yeni bir masal…


http://www.medyatava.com/haber.asp?id=59948

Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process