Askerlik erkekler için hayatın önemsenen duraklarından biri olmuştur.
Ağabeyim olmadığı için çocukluğumda dayıların, kuzenlerin, yeğenlerin askerlik çağını endişe ile beklerdim. Oğlan çocuklar büyüyünce kapı arkası fısıldaşmaları başlar, aile fertleri başbaşa verir, uğurlamalar, karşılamalar, izinli çıkmalar evlerin önemli mevzuu haline gelirdi.
Beni dizinde hoplatan abilerden birinin öyküsü diğerlerinden farklıydı. Onda askerlik korkusu vardı. İlk gidişinde sanki ayakları geri geri getirmişti onu. Yapamamıştı. Kendisinden beklenen bu devlet hizmetini asla yerine getiremedi. Askerden kaçtı. Yeniden gönderildi, yeniden kaçtı. Kaçtığı için yaptığı hizmet yanıyor o hapse atılıyor, ama bıkmadan usanmadan yeniden kaçıyordu.
Büyük haber “yine kaçmış”diye gelirdi. Herkesin yüzü asılır, bir düşüncedir alır götürürdü büyükleri. Çocuklar olarak ortalığı kaplayan hüznü paylaşırdık. Bu genç adam her afla birlikte yeniden askere uğurlanır, yürekler hep pırpır ederdi. O mutlaka yeniden kaçar, eve geldiğinde çaresiz gözlerle önce bize sonra da uzun uzun yere bakardı. 50’li yaşlarına kadar asker kaçağı olarak yaşadı. Nüfus kağıdı artık bir işe yaramıyordu, evraksızdı. Beyoğlu’nun arka sokaklarındaki bodrum katlardan birinde ömrünü tamamladı.. Erken yaşında öldü ve aramızdan ayrıldı. Askerliğini hiçbir zaman tamamlayamadı. Çok şık ayakkabılar yaptı. Ayakkabı belki de onun için hayattan ve askerden kaçışı sembolleştiren bir özgürlük ürünüydü.
Pınar’ın “Sürüne Sürüne Erkek Olmak”kitabını okuyunca hayatta olmayan bu ağabeyi ve onun gözlerindeki tarifsiz acıyı hatırladım. Sürüne sürüne erkek olamayanlardan biriydi. Onun derdini anlamak istememişlerdi.
“Sürüne Sürüne Erkek Olmak” üzerine gitmediğimiz çok önemli bir konuyu ele alıyor. Askerlik hizmeti sırasında yaşananlara sözlü tarih yöntemiyle ayna tutan kitapta yaşananların ortaya çıkardığı erkek kimliğinin hassas analizleri yapılıyor.
Kitabın alt yapısını oluşturan sözlü tarih çalışmasını Hüseyin Deniz ve İrfan Uçar üstlenmiş. 16 ilde, 58 kişi ile görüşmüşler.
Pınar Selek araştırma sonuçlarını, keskin bir gözle ve elbette feminist bir bakış açısıyla yorumlamış, ortaya çarpıcı bir çalışma çıkmış. Sözlü tarih çalışmasına katılan erkekler anlattıklarının kayda alınmasından huzursuz olmuşlar. Bu yüzden anlatılar kitapta kod isimlerle aktarılmış. Pınar Selek onların acılarını ulu orta paylaşmak istemediklerini hatırlatıyor : “Bu travma fıkra gibi sürekli anlatılarak atlatılmaya çalışılıyor, ama söz konusu süreçle yüzleşmek, hem de toplumun önünde yüzleşmek çok zor oluyor” diyor.
Kitapta yer alan anlatılardan biri de zeytin ağacı önünde selam durmak.
“Manisa’nın yeşil zeytinleri meşhur; Manisa Kırkağaç’ta yeşil zeytinler olur bizim alayın içinde. Ceza veriyor adam bana, asker ya, 20 yaşında, olacak şey değil. Yani bir yumruk vursam paramparça edeceğim onu, bana o zeytin ağacından özür dilettiriyor arkadaş.
...
“Kalk, gel şu zeytin ağacına esas duruşa gel.” Yeşil zeytin ağacından binlerce defa, abartmayalım diyelim ki 20 defa. 80 gün gün askerlik yaptım 20 defa bir ağaçtan özür dilettiler bana. Ağaca diyorum ki, komutanım “Ben bir hata yaptım, yeşil zeytin ağacı senden özür diliyorum.” (s.96)
Bir başkta asker de terhis olduktan sonraki duygularını anlatmış...
“Kalas gibiydik. Dikilmiş bir ağaca su verirsin, temizlersin, ağaç yeşerir dal verir. Ama kalas öyle değil. Askerlik bir kalaslıktır benim için sabah 5’te kalkıyorsun, akşam traşını olmamışsan sabah oluyorsun, olamıyorsan, dayağını yiyorsun. .. . Hayatından bıkıyor, kesmişsin bir ağaç ne bükülür ne büyür, üç beş yıl sonra kendi kendine fosurur dökülür. Benim hissettiğim şey biz burada esiriz. Çünkü her istediklerini yapabilirler. Avluya çıkma, yatma, kalkma. Üniversitedeyken gözaltında yaşadığımızla çok benzer bir psikoloji. Kişiliğini siliyor, bilgisayarındaki gibi format atıyor. Boşaltıyor seni, tekrar yüklüyor.” (s.194)
Format atılmış, kişiliği silinmiş bir topluma nasıl dönüştüğümüzü gözlemlemiş bu eski er. Anlatımı çok çarpıcı ve gerçek. Elazığ Karakoçan’da, dört erin ölümüyle sonuçlanan el bombası olayı bir anda yerli yerine oturuveriyor. Bu can acıtıcı felaketi kısaca özetliyorum.
17 Ağustos 2009 günü askerlik hizmetini yapmakta olan dört gencecik erkek feci bir şekilde can verdi. Felaket Karakoçan Jandarma Komutanlığı'nda görevlendirilen 2'nci Motorlu Piyade Taburu 3'üncü Bölük'te meydana geldi. Askerliğini yapan çavuş İbrahim Yaman ile erler İbrahim Öztürk, Ali Osman Altın ve Mesut Bulut hayatlarını yitirdiler. Onların ölümü önce askerlik hizmeti sırasında kaza sonucu şehit olmak diye açıklandı. Ardından bilgi saklı kalamadı, er İbrahim Öztürk ile üç devre arkadaşının ölüme kazayla değil cezayla gönderildiği gerçeği ortaya çıktı.
Görevli teğmen gece nöbetinde uyuya kalmış bir ere, pimi çekilmiş bombayı elinde tutma cezası vermiş, bu bomba patlamış tam dört er hayatını yitirmişti. Şehit diye cenazeleri kaldırılan dört erin nasıl öldükleri bütün çıplaklığı ile duyulunca teğmen tutuklanmıştı.
Karakoçan’da yaşananların tekil bir olay olmadığı ortada. Pınar’ın kitabında aktarılanlar da kapısını sıkıca örttüğümüz askerlik gerçeğine ışık düşürüyor.
Pınar Selek’in kitabındaki, 1971 Trabzon doğumlu bir gencin “Adam gibi askerlik yaparsan kral gibi yaşarsın” deyişi kulaklarımızda yankılanıyor. (s. 115) Kitapta Mustafa K. diye kodlanan bu askerin kastı, acımasız olmak ve kendisinden bekleneni yapmak. Mustafa’ya intihar eğilimli iki genç teslim edilmiş. Mustafa da onlardan hiç ayrılmadığını hep yanında gezdirdiğini anlatıyor. Birgün kafasını bozuyorlar onları öyle bir dövüyor ki... Ders olsun diyor. Sonra ikisini de zincirliyor.
Mustafa ortalıkta cellat gibi dolaşan şiddeti başkasına yönlendirerek kral gibi yaşamanın yolunu bulanlardan biri. Yani bombanın pimi çekilmiş bombayı emrine verilmiş ere teslim eden tarafta yer alanlardan biri.
Uzun lafın kısası, askerlik hizmetinin here yönüyle mercek altına alınması gerekiyor.
Bir bebeği katile dönüştüren her durakla hesaplaşmamız gerekiyor. İletişim Yayınlarından çıkan ve yaz aylarında ikinci baskısı yapılan Sürüne Sürüne Erkek Olmak kitabı da bu hesaplaşmalarda bir dönemeç.