Kimisi etrafına ışık saçar. Halesi gökkuşağından, dokunuşu efsunludur.
Benzemeye çalışmaz. Gücünü çıplaklığından, tutkusunu dünyanın kırılganlığından alır.
Israrla onu benzetmeye çalışırlar. O, tutku ile çilenin ikiz kardeş olduğunu bilir.
Yakınmaz. Gülüşünü bir an olsun kaybetmez. Bir an olsun acılaşmaz.
Onu incitmeye çalışan, kendi çirkinliğiyle yüzleşir. İyice hırçınlaşır.
Kardeşim Pınar’ı bir kez de bahçemde ağırlayayım dedim.
Onu andıkça benim de yüzüm gülüyor işte.
Şu dünyada onun kadar çok kardeşi olan bir kişi tanımadım.
Sokak çocuklarından travestilere, kadınlardan erkeklere, canı yanan herkese onun kadar incelikli bir şefkatle dokunabilen bir kişi tanımadım.
Pınar, ‘Barışamadık’ kitabının bir bölümüne epigraf olarak Gandhi’nin bir sözünü koymuştu: “Barışçıl mücadelede en ufak bir kuşku başarısızlık için yeterlidir. Sonuna kadar başarılı olmanın yolu saflık ve dürüstlüktür.”
Pınar’ı tanımlayan iki kelime:
Saflık ve dürüstlük.
Yine aynı kitabının önsözünde barış ve barış özleminin kahrıyla tanışmasını anlatıyor. Bütün dünyayı kendi bahçesi gibi gören bir kız çocuğunun dilinden...
“....Çocukken, ‘vatan haini’ ilan edilen barışçılarla tanıştım. 12 Eylül’ün kararttığı yıllardı. Her şey o kadar çirkin görünüyordu ki gözüme, haftada birkaç saat askerlerin türlü aramalarından geçip girdiğimiz zindan kapısı benim için bir ibadet yeri gibiydi. Demir parmaklıkların ardındaki o insanlarla öyle uzun uzun konuşma fırsatı hiç bulamadım. Sadece onları görmek, gülümse-yişlerini ruhuma nakşetmek bana yetiyordu. Gerisini ise hayalgücüm tamamlıyordu. ‘Barış Davası’ndan yargılandıklarını biliyordum. Barış sözü, dinlediğim masallarla rengârenk olmuş düşlerime yakışıyordu. Kendimce büyülü anlamlar atfetmiştim bu kelimeye. Barışçılar ise benim masal kahramanlarımdı. Onları tutsak eden silahlı canavarların barışçılardan korktuklarını hissediyordum. Eğer onlar bu zindandan kurtulurlarsa, dışarıdaki hayat eskisi gibi devam etmeyecek, çünkü tüm kötülüklerin nedeni onların tutsaklığı diye düşünüyordum. Tanığı olduğum ya da bizzat yaşadığım her acıda dudaklarımı büküyor: ‘siz görürsünüz, onlar çıksın, her şey değişeçek...’ diyordum. Aradan yıllar geçti. Barışçılar, onları bekleyen ve artık çocukluğu yavaş yavaş geride bırakan bu biçareden habersiz, serbest bırakıldılar. Bir araya gelecekler diye çok bekledim. Gelmediler. Her biri kendi işinin başına döndü. Bir taktiktir belki, dedim.
Değilmiş. Hayatımdaki ilk yenilgi dersini böylece almış oldum. Barışın yenilgisiyle.
Barış deyince uzun yıllar boyunca aklıma hep yenilgi geldi. Bu nedenle ilk gençlik yıllarımda barıştan uzak durmayı yeğledim. Sonra bir gün İstanbul’dan çıkıverdim. Kavak yellerinin esintileriyle serinleyen başımı tak diye ülkemin acıyla taşlaşmış gerçeğine çarpınca parça parça oldum. Savaşla tanıştım. Ülkemle tanıştım. Ölümle tanıştım. Sonra feryatlar, figanlar, kemiklerime, iliklerime sinen o bitmez tükenmez kahır. Bir kâbusun içine düştüm sanki. Çocukluğumdaki canavarlardan çok daha korkunç, çok daha acımasız yaratıklarla kuşatılmış milyonlarca mazlum insandan biri oldum. Köyler, tarlalar, hayvanlar, insanlar yakıldı gözümün önünde. Gencecik bedenlerin derilerinin nasıl yüzüldüğünü, kulaklarının nasıl kesildiğini gördüm, tecavüze uğrayan kızların çığlıkları hâlâ beynimde uğulduyor. Acılar üst üste biniyordu. Bu kadarına dayanamam dediğim anda daha beteriyle tanıştım. Şiddetin kokusu, erkeğin rengi. Savaşın sesi... Boynum kırıldı, ciğerim deşildi, kalbimden vuruldum, tırnaklarım söküldü, askılara asıldım, ağladım, ağlamadım... Annem öldü, evladım katledildi, babam... Ben öldüm, öldürüldüm... Yaşam öldü.
..... Öğrendikçe omuzlarımdaki yük ağırlaşıyor. Depremler birbirini kovalarken kökleşmeye çalışmak, çınar olup gökyüzüne sarılmak istemek, hem de bunu zindanda, betonlara karşı yapmaya karar vermek.... Ruhum ürperiyor. Yaşadığını hissetmek bu olsa gerek, diyorum. Yaşamayı sürdürebilmek için soru sormaya devam ediyorum.
Nasıl bir dönemde yola çıkmışlardı? Neye ulaşmak istiyorlardı? Nerede hata yapmışlardı? Bunları anlamadan geleceği kuramayız.
Barışın penceresinden denize açıldım. Hapishanede.
Korsanlar yolumu defalarca kestiler ama onları her seferinde atlatarak size kadar...”
|
|