"Ölümün kıyısında duydum adını. Cesetlerin arasında doğan çocukların çığlıklarından. Yaprakların rüzgara fısıldadıklarını duydum. Dağlara gözlerini dikmiş kadınlardan. Kuşlardan duydum. Siyah saçlı atlardan. Barış. Çocukluğumun hayalleri dirildi yeniden. Hapishaneyi anımsadım. Tutsak edilenleri. Sonra tutsak düştüm."
Devlet, egemenler ya da iktidar, adına ne derseniz deyin temelde tekil bireylerden kolektif özneler üreten yapılardır bunlar. Din, aile, eğitim gibi özünde rıza üretmeye ayarlı araçların yanında ataerkillik, militarizm, savaş gibi şiddet üreten ve uygulayan araçlarla da gerçekleştirirler, bireyleri kolektif öznelere dönüştürme süreçlerini. Sosyolog Pınar Selek; ataerkillik, savaş ve militarizm başta olmak üzere toplumsal ve bireysel kimliklerimizi belirleyen ve şekillendiren bu kategorileri Türkiye'de yürütülen barış mücadelesi ve savaş-karşıtı mücadele perspektifi çerçevesinde ele almaktadır. Dünden bugüne devralınan Ermeni Meselesi, tehcir, askeri darbeler ve savaş politikaları hem ülkemizin uluslararası konumunu hem de tek tek yaşamlarımızı baskı altında tutmaya ve rahatsız etmeye devam etmektedir. Şiddetin aileden orduya, işyerinden okula dek yayıldığı hatta bu kurumlar aracılığıyla üretilip meşrulaştırıldığı günümüzde; sivil, barışçı ve savaş-karşıtı, özgürlükçü bir dünya arayışının yankıları, hem de güçlü bir biçimde ve geçmiş deneyimler ışığında inceleniyor.
Barış mücadelesinin ve genel anlamda tüm sol muhalefetin yaşadığı sorunların da ele alındığı "Barışamadık", sol muhalelet kurumlarına ve yöntemlerine yönelik eleştirel argümanlarıyla olduğu kadar savaşın, şiddetin ve gözyaşının hiç eksik olmadığı uzak-yakın tarihimize bakışıyla da önemli ve önemsenmesi gerekli bir çalışma.