İlk karşılaşmamızda Pınar 27, ben 21 yaşındaydım. En öndeki sırada, tam köşede oturuyordu ve hep o köşede oturdu. Nasıl oldu bilmiyorum, Boğaz'a bakan adliye binasının küçük salonunda, daha ilk karşılaşmadan hemen sonra, sessizce konuşmaya başladık gibi geldi bana. Pınar'la sonra hep, sessizce konuştuk.
'Duruşma ertelendi' diye biten haberlerde, bahanesi yok doğrusu hoyratlıktan, kim bilir kaç kez ondan sözlerini çaldık diye düşündüm. Sözlerinin çalındığı küçük salonda Pınar, 'Maskeler, Gacılar, Süvariler' kitabının girişinde yazdığını, sadece sessizce bana değil, herkesin duyulabileceği sesle anlattı. Hoyratlığın ve umursamazlığın karşısında, incelikli bir direnç göstererek duruyordu:
"Sokak Sanatçıları atölyesinde ilk aylarda aralarında tarihsel duvarlar, hatta uçurumlar olan grupları, kişileri yan yana getirmekte değil ama yan yana tutabilmekte oldukça zorlandık. (...) Güvensizlik ikliminde kimse kimseyle konuşmak istemedi. Atölye olarak tuttuğumuz o küçücük odada, ne kadar yaralı, ne kadar hassas, ne kadar iradesiz, ne kadar tahammülsüz, ne kadar korkak, ne kadar beceriksiz olduğumuza tanık olduk. (...) Sonra caddelerin bütün çöplerini topladık, boya-kağıt-alçı-tutkal-çamur vb. aldık. Atılan her şeyi hayata döndürerek kendi yaralarımızı sarmaya, kendimizi tamir etmeye başladık. Kısa bir süre sonra atölyemiz farklı dillerle ve renklerle konuşan resimlerle doldu.(...) Üretirken kendiliğinden sohbetler gelişti. Herkes ufak ufak kendi hayat hikâyesini anlattı. Buluşma sanatla oldu."
Pınar hep tamir etmeyi denedi; tanığım. Yapılacak hiçbir şey olmadığını zannettiğimiz anlarda, dimdik durdu. Çöpleri topladı, "İnsanların çoğu kötüdür" demeye alıştırılmış 'kenardakilere', "Değiştirmek mümkün" dedi. Ortada duran güçlünün safında değil, ortada bırakılan kenardakilerin yanında oldu hep; tanığım.
Bu aradan geçen 11 yılda birlikte büyüdük gibi gelir bana. Bu zamanda insanları anlamaya çalışmak acı verdiği için, yaralanmaktan korkup, hayatı bir kenarda oturup izledim. Yara almayacağım bir mesafeden insanların hikâyeleri üzerine peşin hükümlü cümleler kurarken ben, Pınar, peşinen kabul ettiklerimizin düpedüz yanlış olduğunu anlatmak için kadınların, çocukların, travestilerin, transeksüellerin, yalnız bırakılmış herkesin yalnızlığına dâhil olup, onlarla yürüdü. Şiddete uğrayanların yaralarını görünür kılmaya, yaraları sarmaya çalıştı; tanığım.
Sahilde, kıyılarda, oynayan şen çocuklar gibiydim ben, o böyle olamadı. Tatlı hayatın kahkahalardan yapılma kadifeden örtüsünü kaldırıp, acıyı gösterdi. Gözlerimize kapkara perdeler çekenlerin, elinde tuttuğu güçlü ışığı gölgeli köşelere, yalanın üzerine, şiddete çeviren Pınar'ın aydınlığını sevmeyeceği belliydi. Işığın altında çünkü gerçek saklanamaz olur, karanlıkta görülmeyen şiddet aydınlıkta derinize batıp, vicdanınızı kanatmaya başlar. Bu topraklarda, 'ne kadar şahane hayatlarımız' perdesini kaldırmaya çalışan herkesin cezalandırıldığına tanık olduğumuz gibi, hep birlikte Pınar'ın da cezalandırıldığına tanık olduk.
Pınar'ın korktuğunu gördüğüm anlar oldu. Korkak olduğunu ama hiç görmedim. Hep şefkatli, vicdanlı hatta bana sorarsanız çocukluğumun kahramanlarına özgü, dünyayı değiştirmek için yola çıkanlarınkine benzer bir berraklıkta çıktı sesi. Ama bir de beceriksiz çıkan sesi vardı Pınar'ın; titrektir. Fotoğraflarını manşetten yayınlayıp işaret parmaklarıyla onu hedef göstermiş gazetelerin, tahliye olduğu gün, bu kez ondan star yaratması için gönderdiği muhabirlere "Ama nasıl" derken çokça beceriksizdi. Cin fikirlerin karşısında hep beceriksiz oldu Pınar, insan saflığında durdu.
Pınar sonunda, haberini yazdığım bir isim değil, arkadaşım oldu. Çok fazla insana tanık olamazsınız hayatta, bir hayata tanık olmak aynı zamanda ferah fersah denizlerde yüzmeye benzer, kulaç attıkça derinlere gidersiniz. Mutluluktur bir insan için "Ona tanığım" demek. Pınar'a tanığım!
Semra Pelek