Leyla İpekçi
On bir yıl önce Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamayı gerçekleştirdikleri gerekçesiyle sosyolog Pınar Selek ve diğer sanıklara açılan dava, uzman heyetlerin verdikleri raporlarda patlamanın bomba sonucu olmayacağının ortaya konulmasıyla, beş yıl kadar önce sanıkların beraatıyla bitmişti.
Sanıklar delil yetersizliğiyle beraat ettikten sonra, kararı –gazetede okuduğum kadarıyla yalnızca Selek için- savcılık temyiz etmiş. Ve geçtiğimiz günlerde onun beraat kararı Yargıtay’da oybirliğiyle bozulmuş.
Kararda, Pınar Selek’in ‘sosyolojik araştırma yapma’ adı altında silahlı terör örgütü üyeleriyle irtibata geçip Fransa ve Romanya’ya giderek burada siyasi eğitim aldığı ve bomba imal ettiği belirtiliyormuş. Selek bir daha yargılanacak.
Onun başına gelenleri kesik kesik hatırlıyorum yıllar içerisinde. Hapis günlerini, gördüğü işkenceler hakkında konuşmayışını, annesini kaybedişini, hatta bir aralar Apo ile nişanlandı gibi haberlerle yıpratılışını.
Selek ilk suçlandığında kızkardeşi, kariyerini yarım bırakarak üniversite sınavlarına girip hukuk okumuş ve nihayetinde ablasının avukatlığını üstlenmişti. Yakınınızın, sevdiğinizin başına böyle bir şey geldiğinde iki kez yıkılırsınız. Hem bu iftiraya dayanamaz yüreğiniz, bir şeyler yapmak istersiniz kendi adınıza. Hem de böyle bir haksızlığın onun başına gelmesinin üzüntüsünü, onunla birlikte, onun adına da yaşarsınız.
Hapisten çıktıktan sonraydı sanırım, bir dergide uzun bir söyleşisini okumuştum. Patlamayı herkes gibi televizyondan duyduğunu, o gün neler yapmakta olduğunu filan anlatıyordu. Aradan iki gün geçtikten sonra bu patlamanın zanlısı olarak kendisini almaya gelmişlerdi.
Hayır, teslim olur bir yanı yoktu haksızlığa. Sadece sakin bir gücü vardı sözlerinin. Çünkü ancak masum olmanın getirdiği güçle insan dayanabilirdi yıllar boyu sürecek ve yankısı hayatının her alanına yansıyacak böylesi bir iftiraya.
Selek’in, Amargi Kadın Dayanışma Kooperatifi’ni kurduğu zamanları düşündüm. Barış ve İnsan Hakları ile ilgili aktivistliği, aşağılanıp ezilen travestilerin veya sokak çocuklarının ‘insan gibi’ varolma çabalarına yaptığı katkıyı, araştırma kitaplarını, tanıklıklarını hatırladım.
Kimileri Selek’in kadının özgürleşmesi yolundaki mücadelesini küçümsüyordu, birileri vicdani retten ve militarizmden bahsettiği için ona cephe alıyordu, bazıları da travestilerin veya transseksüellerin insanca yaşama hakkını savunduğu için.
Bunların bazısına veya hiçbirine katılmayabilirsiniz ama hangi dünya görüşüne sahip olursanız olun, kendinize hangi kimliği seçmiş olursanız olun habire iftiraya uğramayı, şiddete maruz kalmayı, aşağılanmayı ister miydiniz?
Sizin gibi yaşamıyorlar, hayata sizin pencerenizden bakmıyorlar diye toplumsal hayatın dışına atılanların zulüm görmesine razı gelerek adalet ve hakkaniyetten bahsedebilir misiniz? Ya da Selek’in görüşlerine ve yaptıklarına katılmadığınız için, onun yeniden yargılanmasını meşru gösterebilir misiniz?
Barışamadık adlı kitabında yer verdiği, Yıldırım Türker’in isabetle hatırlattığı bir epigrafı düşündüm bu yazıyı yazarken. Gandhi’nin şu sözlerini alıntılamıştı Selek kitabında: “Barışçıl mücadelede en ufak bir kuşku başarısızlık için yeterlidir. Sonuna kadar başarılı olmanın yolu saflık ve dürüstlüktür.”
İki yıl önce, genel seçimler öncesi başörtülü kadınların da seçilme hakkı olması gerektiğini söylemek üzere bir gazete tarafından bir çağrı yapılmıştı. Hemen herkes bu çağrıya destek vermek için geleceğini söylemiş, fakat buluşmaya birkaç kadın katılmıştı. Pınar Selek, sonradan bazı feministlerin tepkisini çekecek olmasına rağmen oradaydı.
Çünkü o, ortada bir adaletsizlik varken, kimsenin kendini ‘ne olarak’ tanımladığıyla, hayat görüşünün ne olduğuyla ilgili değildi. Adaletsizliğe karşı çıkanları biraraya getiren bir ‘niyetler ittifakı’ için oradaydı. Ancak haksızlıklara karşı çıkabilenlerin özgürleşebileceğini biliyordu.
“Başörtüsü meselesinde destek bekleyenler 301’de neredeydi” gibi misillemeci bir gerekçeyle bile vazgeçmemişti birçoklarının aksine bu çağrıya katılmaktan. Kendi seçim ve tanımlarının herkes için mutlak doğru olduğunu iddia eden ve militarizmin diline yaslanarak feministim diyenlerden de bağımsızdı o. Tüm kimlik ve ideolojilerin ötesine geçmiş bir vicdani duruş sergilemek için oradaydı. Ben böyle hissediyordum an azından.
Zulüm ve şiddet karşısında bize lazım olan direniş dilini cinsiyetimizin, etnik kökenimizin, sınıfımızın, ırk ve mezhebimizin ötesinde konuşuyordu o. Çünkü “barışçıl mücadelede en ufak bir kuşku başarısızlık için yeterlidir”in canlı tanığı olmuştu defalarca. Hiçbir zaman yalnız değilsin Pınar.
Kaynak: Taraf
|
|