Balçiçek İlter’in konuğu sosyolog yazar Pınar Selek
Balçiçek İLTER / PAZARTESİ SOHBETLERİ / HT GAZETE
BEN onu tanıdığımda lisede ablamdı... O ağız dolusu gülümsemesiyle gözlerini gözlerimizin içine dikerdi konuşurken. Sanki içimizi, beynimizi anlamaya çalışırdı. Herkesin tek tek... Anlama hissi, dokunma merakı bu noktaya getirdi Pınar’ı zaten. İtilen, kakılan, ötelenen herkese elini uzattı. Sonra da kendisini asla hayal bile edemeyeceği, hiçbirimizin, onu tanıyanların ismiyle yan yana getirmeyeceği bir davanın ortasında buldu.... Pınar Selek Mısır Çarşısı bombacısı!!
İçeri girdi, işkence gördü, üç kez beraat etti, sonra karar Yargıtay tarafından bozuldu...
“Papatya falı’’ gibi diye yazmıştı biri, bir gün bombacısın, ertesi gün değilsin... Pınar ile Fransa’dan konuştuk, önce telefonla sonra mail’le...
KÜÇÜK BİR NOT: Sosyolog yazar Pınar Selek’in Mısır Çarşısı patlamasından sorumlu tutularak yargılandığı davanın son duruşması 5 Aralık Cuma günü İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü. Duruşmada Cumhuriyet Savcısı esas hakkındaki mütalaasını sundu. On altı yıldır devam eden davada yargılamaya yeni katılan savcı Pınar Selek hakkında ağırlaştırılmış müebbet talebini yineledi. Bunun üzerine savunma avukatları bu davada üç kez beraat kararı verilmiş olduğunu hatırlatarak bu gerekçesiz mütalaaya katılmadıklarını belirttiler. Mahkeme heyeti de tüm delillerin tartışılması ve savunmanın sunulması için süre vererek duruşmayı 19 Aralık Cuma saat 10.00’a erteledi. Hatırlanacağı üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin müebbet hapis kararını bozmasının ardından yargılama yeniden başlamış, 3 Ekim’de görülen duruşmada Yargıtay bozma kararına uyarak Pınar Selek hakkında verilmiş olan mahkûmiyet kararını ve yakalama kararını ortadan kaldırmıştı.
“Mutlu kadınlara dayanamayan bir iktidarla boğuşuyorum’’ demiştin. Şimdiki hissin nedir?
İktidar derken, hükümetten ya da belli bir örgütün iktidarından bahsetmiyorum, birbiriyle iç içe geçmiş sosyal ve politik tahakküm yapılarını kastediyorum. Feministler, işe, özel olanın politik olduğunu söylemekle başladılar, sonra politik-ekonomik yapıların sosyal iktidarlarla arasındaki güçlü bağları tek tek gösterdiler.
Bir tür cadı avı mı?
Bu yapılar öyle iki üç günde değişmez Balçiçek, dolayısıyla, daha uzun süre, sadece Türkiye’de değil, tüm dünyada birbirinden çok farklı cadı avları devam edecek. Bize düşen, mutsuz olma tuzağına düşmeden, bu maratonu koşmak. Her yana özgürlük tohumları ekerek...
Mısır Çarşısı senin için, cennetti, severdin, şimdi duyunca ne hissediyorsun?
Pek bir şey hissetmiyorum. Mısır Çarşısı özlediğim İstanbul’umun güzel bir parçası. Beni içine sokmaya çalıştıkları ama bir türlü de başaramadıkları bu mide bulandırıcı filmin adı bu ama tek bir karesinin bile güzelim çarşıyla bir ilgisi yok. Bu yüzden de filmi izlemiyorum bile. Birincisi vaktim yok, ikincisi ne yönetmenini ne yapımcısını tanıyorum.
Antimilitarist-şiddet karşıtı olduğunu söylüyorsun... Ama “öldürmek’’le suçlanıyorsun...
İlk dönemlerde çok zorlandığımı hatırlıyorum. Savunmamda uzun uzun anlatmıştım, dindar birisini içki kaçakçılığıyla ya da bir rahibeyi kadın satıcılığıyla suçlamak gibi bir şey. Dayanması bile çok zordu. Şimdi artık bu suçlamalar bana değmiyor bile. Çünkü ne kimse ne de kendileri inanıyor bunlara. Fakat açık ki bu yüzden ülkeme sevdiklerime kavuşamıyorum. Yine açık ki, beni kriminalize etmeyi başaramadılar ama bu tür suçlamalarla belli bir kesime hedef gösteriyorlar. Daha doğrusu olası bir şiddete gerekçe oluşturmaya çalışıyorlar. Bu tehlikeyi durdurmak hepinizin sorumluluğu.
Hapishane? Onca işkence? Nasıl başa çıktın Pınar? Yani “Bitti bu iş’’ mi dedin canını yaktıklarında “Neden ben’’ mi dedin?
Neden ben diye sormadım hiç. Bir feminist olarak, şiddete, tecavüze uğrayan kadınların “neden ben” sorusunu sormaması gerektiğini çoktan öğrenmiştim. Ayrıca daha ilk baştan beri kocaman tablonun küçücük bir parçası olduğumu biliyordum. Mesela, işkenceli sorgudan sonra cezaevine getirildiğimde, benim gibi, ellerini kollarını kıpırdatamayan yüzlerce insanla karşılaştım. 1998’de hâlâ sistematik işkence sürüyordu. Dolayısıyla işkence dehşetinin etkisinden başkalarının yaralarını görerek, yaralarımızı birlikte sarmaya çalışarak kurtuldum. Tabii bunun da ötesinde dayanışma en büyük güç kaynağım. Daha ilk günden beri hiç yalnız hissetmedim kendimi. Şu ya da bu şekilde değdiğim herkes 16 yıl boyunca taşımak zorunda olduğum ağırlığı benimle fazlasıyla paylaştılar. Mücadelemde, çalışmalarım, araştırmalarım sürecinde birbirinden çok farklı kesimlerle buluştuğum için, hiç yan yana gelemeyecek insanlar bu dayanışma etrafında buluştular. Bu buluşma zamanla çok büyülü bir süreç yarattı. Hele yurtdışında olduğumdan beri enternasyonal bir nitelik kazanan dayanışma halkaları, dünyanın her yerinde, özellikle Fransa’nın değişik illerinde kurulan platformlarla, muhalefet alanında yeni bir dinamik yaratıyor. Türkiye’ye mahkemeye gidiş gelişler yeni kapılar açıyor. Pek çok insan, sürekli bana teşekkür ediyor. Çünkü dayanışma başlı başına bir yol: hiç akla gelmeyecek buluşmalara, yeni projelere yol açıyor, insanların hayatını değiştiriyor.
Peki ya sen hapishaneyle ilk kez ne zaman tanıştın? 12 Eylül? Babanın gidişi mi?
Cezaevi kapılarında büyüdüm 12 Eylül döneminde büyüyen on binlerce çocuk gibi. Cezaevine ziyarete gitmek, bizim için hem canımız babamızı, demir parmakların arkasından da olsa, görmek hem de birbirinden güzel insanlarla karşılaşmak açısından önemliydi. Çocukluğumuzdan beri cezaevleri hayatımızın bir parçasıydı. Sadece babamın içerde olduğu beş sene içinde değil, daha öncesinde ve sonrasında sevdiğimiz yazarların, şairlerin hatıralarında, eserlerinde hep zindanlar vardı. Nâzım Hikmet’in bütün eserlerini çok küçük yaşta okuyunca da bunu öğreniyorsun. Düşünen, ülkesini, seven, eşitlik ve özgürlük isteyen insanların yolu bir şekilde zindanlardan geçiyor Türkiye’de.
Sokaklar evin gibiydi. Herkesin hayatına dokundun... Erkek kıyafeti de giydin, sokakta tiner çeker gibi de yaptın..... Biraz sokakları anlat lütfen.
Sokakları ha diye bir söyleşide anlatmak zor. Yaşadığım toplumu anlamak, dolayısıyla kendimi anlamak en büyük derdimdi. Ve hissediyordum ki kendi sınırların içinde kalarak, yüksek pencerelerden bakarak hakikati görmek imkânsız. Tabii sadece merak değildi beni sokaklara çeken. Tesadüfler, karşılaşmalar, bu karşılaşmalarla büyüyen arkadaşlıklar, sokakta yaşayan çocuklarla birlikte yarattığımız sevgi... Bir gün içlerinden biri bana sordu: “Pınar Abla... Sen akşam bizi bırakıp eve gittiğinde ayakkabılarını çıkarıp terlik giyiyor musun?” Gözüm haftalardır çıkarılmadığı belli olan, ayaklarıyla tek kalıp olmuş yırtık ayakkabılarına kaydı. Eve gittiğimde tuhaf hissettim kendimi. Sonra bir başkası “Gece sen bana masal anlatırken uyumak istiyorum” dedi. Hep masal anlatırdım onlara ama gündüzleri... Böylece gece anlatmaya başladım. Birlikte uyumaya, birlikte uyanmaya. Tabii onlara güvensem de sokaklara güvenmiyordum. Bu yüzden onların kıyafetini giyiyordum. Sokakta uyuduğum yıllarca sır olarak kaldı aramızda. Onlardan çok şey öğrendim, bir kadın olarak kaldırımlara kıvrılmak farklı bir deneyim. Kendine güven, sınırlarını aşmak açısından. Ama en çok herkesin korktuğu, aşağıladığı, dışladığı bu insanlarla birlikte hayaller kurmak, bu hayalleri her şeye rağmen hayata geçirmeye uğraşmak ve bir anlamda da bunu başarmak bana çok şey kattı. En güzeli de başıma bu korkunç komplo düşünce, hepsinin mahkeme kapılarına, cezaevine koşmasıydı. Dayanışma halkalarından ilkini onlar kurdu... Şimdi çok büyüdü bu halkalar, çocuklar da kocaman oldu ve şimdi ilişkimiz bambaşka boyutlarda sürüyor. Sınırların öbür tarafındayım ama sevgimiz karşısında aradan geçen yılların, sınırların hiçbir önemi yok.
‘HAYATIMDAKİ EN BÜYÜK ACI’
Annemi anlatmak kolay değil benim için. Hayatımdaki en büyük acı. Hiç geçmeyen, bir an bile beni terk etmeyen... İnsan annesini ölümsüz zannediyor. Sonra birden bire gidince, kocaman da olsanız öksüz bir kedi gibi kalakalıyor. Eşimle ben böyle hissettik kendimizi. Ve bu acı bizi hiç terk etmedi. Sanki gözümüzün birini kaybetmiş gibi olduk, yerine yenisi gelmiyor, yarası kapanmıyor. Sakat yaşamaya alışıyorsun bir şekilde ama hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Fakat bu acı mutsuz etmedi hiç beni. Mutsuzluk duygusuyla hiç tanışmadık.
‘BENİ KURBAN SEÇTİLER’
“Hedef seçildim” dedin, neden? Kürtleri araştırmaya başlayınca mı? Kimleri rahatsız ettin?
Bu konuda çok yazıldı çizildi. Sen de biliyorsun. Komplolarla, cinayetlerle, işkencelerle dolu çok karanlık bir dönemdi. Benim gibi pek çok araştırmacı, gazeteci korkunç suçlamalarla cebelleşmek zorunda kaldı. Ben daha ucuz kurtulabilirdim belki ama sanırım o dönemin komplocuları tarafından kurban seçildim. Mısır Çarşısı komplosu benim dışımda tezgâhlanan bir olaydı ve o süreçte araştırma yaptığım için beni kurban seçtiler. Üç kere beraat etmem, bu aygıtın tüm yargı sistemine egemen olmadığını ispatlıyor ama bu sürecin bu kadar uzaması, o dönem işbaşında olup bugün belki daha üst konuma gelmiş olanların korkusunu da gösteriyor. Demokrasi mücadelesi bir maraton. Ben bu maraton içinde ağır bir yükle koşmak zorundayım. Ama koşacağım. Çünkü ülkemi seviyorum.
‘IRKÇILIK TEHLİKELİ BOYUTLAR ALIYOR BU ÜLKEDE’
Yurtdışında ne yapıyorsun?
Türkiye’de ne yapıyorsam onu. Yazıyorum, araştırıyorum, haksızlıklara karşı çıkıyorum. Dünyayı seven, çevresine karşı duyarlı olan insanlar için, dünyanın her yerinde yapılacak çok şey var. Yoksulluk, ırkçılık, ataerkillik her yerde, farklı biçimlerde kötülük üretiyor. Bu kötülüklere karşı mücadele etmek ise her geçen gün daha zorlaşıyor. Bir yandan üniversitede çalışıyorum, bir yandan da elimden geldiğince özgürlük çabalarına güç vermeye çalışıyorum. Tabii ki öncelikle feminist hareket içindeyim. İki ayrı feminist örgütün yönetim kurulundayım. Biri şiddet mağduru göçmen kadınlara hukuki destek veriyor diğeri feminist ve eşcinsel hareket içinde çok yönlü kampanyalar örgütlüyor. Ayrıca sosyal ekolojist bir dergide ve kolektifte çalışıyorum. Fransa, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi, en doğal yaşam alanlarının satışa sunulduğu bir ülke haline geldi. Pek çok bölgede insanlar toprakları, yaşam alanları için mücadele ediyorlar. Yakında nefes almak için bile para vermek zorunda kalacağız. Ekoloji gittikçe vahşi yüzünü gösteren kapitalizm karşısında gerçek bir tehlike olarak görülüyor bu yüzden. Doğal dengeyi bozacak baraj yapımına karşı çıkan köylülere destek olan gençlerden biri polisin gaz bombasıyla öldü geçenlerde. Ardından valilik protestocuları “yeşil cihadistler” ilan etti. Ve bu söylem sağcı basın aracılığıyla yayıldı. Yapılacak çok iş var yani. Ayrıca ırkçılık tehlikeli boyutlar alıyor bu ülkede. Eşcinsellere, Müslümanlara, yabancılara karşı nefret gittikçe meşrulaşıyor. Bu nedenle her türlü nefret söylemine karşı mahalle mahalle buluşmalar örgütlüyoruz. Çocuklarla olan çalışmalarıma devam etmeye çalışıyorum. Önceki ay, özelikle yoksul mahallelerdeki tam 17 okulda öğrencilerle atölyeler yaptım. Çok zorlu geçti ama sonunda çocuklar bana güzel sürprizler yaptılar. Dün de sınır dışı edilmek istenen 5 Çingene çocuğu korumak için öğretmenlerin onlarla birlikte işgal ettiği bir ilkokulda şarkılar söyledik... Birlikte yemek hazırlayıp yedik. İşte böyle... Yaptığım şeyleri burada hızlıca anlatmak zor. Ama şu kadarını söyleyeyim, mücadelesini, dertlerini, sevinçlerini paylaştığım insanlarla büyük dostluklar kurduk. Çok bağlandık birbirimize... Yüz yıllardır tanıyormuş gibi hissettiğim insanlarla birlikteyim. Türkiye’ye dönsem de asla kurumayacak deniz gibiler...
‘İSYANIM SADECE KENDİMLE İLGİLİ DEĞİL’
Türkiye? Özlem?
Babamı, kız kardeşimi, arkadaşlarımı ve denizi... Vapuru. Sokaklardaki karmaşayı...
Adalete inanıyor musun?
İnanıyorum tabii. Ama kurumların adaleti temsil etmediğini iyi biliyorum. Adaletin mücadeleyle, çalışmayla, insanlar, yurttaşlar tarafından kazanılan, yaratılan bir şey olduğunu. Yaptığımız şey bu.
Nasıl başa çıkıyorsun? Ben isyan ediyorum, başkaları isyan ediyor, sen etmiyorsun neden?
İsyan ediyorum ben de. Ama isyanım sadece kendimle ilgili değil. Dediğim gibi, kendimi kocaman tablonun bir parçası olarak gördüğüm için, bana vuran şiddet aygıtının diğer tahakküm aygıtlarıyla bağını kurduğum için isyanımı örgütlüyorum. Bu şiddetin beni belirlemesine, dilimi acılaştırmasına, mağdur psikolojisinin içinde boğmasına izin vermiyorum. Çocukken Diderot’nun “Kötülerle değil, kötülükle mücadele etmeliyiz” sözünü defterlerime karalardım. Hâlâ bana yön veriyor. İsyanını kötülere, insanlara karşı değil, kötülüklere karşı yönelttiğinde iyilikten besleniyor, mücadelende mutsuz olmuyorsun.
http://m.haberturk.com/gundem/haber/1019216-beni-kurban-sectiler