Yıldız Ramazanoğlu - Serbestiyet - 28 Nisan 2014
1998. Pınar Selek’i polislerin arasında duruşmaya götürülürken ekranda gördüğümde temiz yüzü, onurlu, kinden öfkeden eser barındırmayan duruşu dikkatimi çekmişti.
İşkence ve cezaevi günlerinden sonra sokak çocuklarıyla sırdaş olduğu, birlikte yatıp kalktığı, onlara annelik ablalık yaptığı, temiz bir yuvaya, eğitim imkânlarına kavuşmaları için emeğini zamanını seferber ettiği zamanlar geldi sonra.
En olumsuz koşullarda bile hakikatin nasıl olsa anlaşılacağına, iyiliğin galebe çalacağına inandı. ”Barışamadık” kitabıyla bu ülkenin en yeraltında yol alan hakikatine parmak bastı. Bu kitap barışın yollarını açan berraklaştıran çok önemli bir çalışma.
Sonra “Kadınlar Birbirine Yürüyor” organizasyonu, “Yola Çıktık” belgeseli. Kadınların uğradıkları haksızlıklara, ayrımcılığa, şiddete karşı dayanışmaya yaraları sarmaya yönelik büyük bir yolculuktu. Onları İstanbul’dan Anadolu’ya uğurlarken oradaydım.
Başörtülü kadınların uğradıkları hak ihlallerinin üzerine eğilirken de tarihi birlikte yeniden yapma dostluğuyla hareket ettik. “Hepimiz Başörtülüyüz” dayanışmasıyla başörtülü fotoğraf çektirmişti bir grup kadınla. Amargi dergisinin ilk sayısını birçok eleştiriyi göğüsleyerek başörtüsü meselesini anlamaya ayırmışlardı.
Bunların hepsi bir yere kadar sineye çekiliyordu da, sanırım barışın yollarını açan “Barışamadık” kitabının affedilir yanı yoktu. Bu ülkede konuşması engellenmiş Avrupa’ya iltica etmiş Kürtlere söz hakkı verilmişti. Tam bir toplumsal kazı, sözlü tarih çalışmasıyla içten içe bizi yiyip bitiren kirli savaşın dibine inmek ve bu yolla nasıl barışacağımızı göstermek istemişti.
Tebrizli masal yazarı Samed Behrengi’nin “Küçük Kara Balık”ına benzetmiştim onu bir yazımda. “Anneciğim” der bir gün, “dün geceden beri gözüme uyku girmedi, gidip derenin sonunu bulacağım, başka yerlerde neler var, bilmek istiyorum.” Annesi, “derenin başı sonu yok, akar durur hiçbir yere varmaz” dese de, o “balıkların çoğu yaşlanınca ömürlerini boşa geçirdiklerini söyleyip yakınırlar, ben bilmek istiyorum, başka türlü yaşamak da mümkün mü?” diyerek yola çıkar.
Bir bakıma da herkes gibi koşullara boyun eğmeyi kendine yediremeyen bir martı olarak sınırlarıyla karşılaşmak isteyen, kalbinin, ruhunun gücünü görmek isteyen martı Jonathan Livingston gibidir Pınar Selek.
Selek’in hedef olarak seçilmesi süreci 1997′de Kürt sorunu ile ilgili araştırması ile başladı. Bu ülkede kardeş kardeşi vuruyor ve bunun için eğitime, sağlığa, refaha ayrılacak kaynakların çoğu kan ve gözyaşını beslemeye akıtılıyordu. Savaş koşullarını, nedenlerini, çarelerini, niçin bir türlü barışılamadığını anlamak ve anlatmak üzere konunun muhataplarıyla görüşmesi, dönemin koşullarında kimsenin cesaret edemeyeceği yürekli ama tehlikeli bir adımdı. Bu süreçte 11 Temmuz 1998′de Emniyet Müdürlüğü’nce gözaltına alınan Pınar Selek, görüştüğü kişilerin isimlerini vermediği için ağır işkence gördü ve araştırmasına el kondu. Pınar Selek aleyhine içeriği doğru olmayan sahte tutanaklar düzenlendi. Tutanaklarda, kendisi gözaltına alınmadan önce imha edilen patlayıcılar ve benzeri kimi malzemeler, sokak çocukları için kurduğu atölyede bulunmuş gibi yansıtıldı. Burası Beyoğlu’nun ortasında benim de birkaç kez ziyaret ettiğim, herkese açık ve girip çıkanın haddi hesabı olmayan, dolayısıyla bir şey gizlenmesi de mümkün olmayan bir sevgi ve şefkat yeriydi. Birçok çocuk tiner kullanmayı burada bırakmış, atölyede becerilerini ortaya çıkaran çalışmalara yönelmişlerdi, hatta el emekleri satılmaya bile başlamıştı.
Mısır Çarşısı patlaması 9 Temmuz 1998′de meydana geldi ve geniş çaplı bir sorgulama yapıldı. Madem suçlu, iki gün sonra gözaltına alınan Selek’e bu konuda hiçbir soru sorulmaması çok garip değil mi? Patlamadan hemen sonra 13 ve 14 Temmuz 1998 tarihli Polis Olay Yeri İnceleme Tutanakları ve Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü Ekspertiz Raporu’nda, patlamada bomba olduğuna dair herhangi bir bulgu yok, dendi. Birçok kez uzman raporlarıyla bu durum teyit edildi ve patlamaya elektrik kaçağının sebep olduğu söylendi. Suçlamaya dayanak olarak gösterilen Abdülmecit Öztürk’ün “Mısır Çarşısı’na Pınar Selek’le birlikte bomba koyduk” ifadesi ise sanık tarafından yalanlandı defalarca, “tanımıyorum bile bu kadını, baskıyla işkenceyle söyletildi” dedi her defasında.
Defalarca beraat eden Pınar’ın suç işlediğine dair bir tek kayıt, fotoğraf, delil, video, tanık yokken ifade veren birlikte yaptık diyen kişi de beraat etmişken, ülkesi için eşsiz çabalar sarfetmiş bu genç kadına yapılanların nedenini artık biri bize açıklamak zorunda.
30 Nisan’da gerçekleşecek duruşmada nihai geri dönülmez beraatinin verilmesini talep ediyoruz. 17 yıl nasıl da geçti. Artık hiçbir beraat adaleti sağlamaz. Hayatı çalındı, ailesiyle ayrı düştü, babası Alp Selek ve kardeşi Seyda yaşamlarını bu davaya adadı. Adalet tecelli etsin artık hepimizi daha fazla utandırmadan.
* Mısır’daki idam kararlarını şiddetle kınıyorum. Uygulanmamasını diliyorum. Zalimliğin sonu hüsran ama kimsenin tecrübesi başkasına yaramıyor maalesef.
http://serbestiyet.com/kucuk-kara-balik-pinar-selek/