Av. Akın Atalay
28 Ağustos 2013
Pınar Selek hakkındaki kırmızı bülten ve iade sürecine dair gerçekler:
Pınar Selek hakkında 24 Ocak 2013 tarihinde İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesince ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmişti. Bu karar avukatlar tarafından temyiz edildi. Gerekçeli kararın yazılması beklendi, Mart sonunda yazılan gerekçeli karar, avukatlara Nisan ayında gönderildi. Avukatlar da, gerekçeli temyiz dilekçelerini sundular, dosya Haziran ayında Yargıtay'a gönderildi.
Dün (27 Ağustos 2013, Salı), medyada bir haber yer aldı ve hızla yayıldı. Pınar Selek için "kırmızı bülten çıkarılmış" diye. Hemen İnterpol'ün sitesine girdik ve acaba var mı böyle bir şey diye inceledik. Zira kırmızı bültenle aranan kişiler sitede yayınlanıyordu ve kırmızı bülten çıkarma yetkisi yalnızca İnternet Genel Sekreterliğine aitti. Yani, herhangi bir ülkenin adli ya da idari makamları, kafalarına göre kırmızı bülten çıkaramazlardı. Anladık ki, Adalet Bakanlığı'nın girişimiyle mahkeme, Pınar hakkında kırmızı bülten çıkarılmasını talep etmekteydi. Bütün bunlar nasıl ve ne zaman olmuş diye bugün sabah mahkeme kalemine gidip dosyayı inceledik ve bazı yazışma belgelerinin örneklerini aldık. Ne gördük?
Vay anasını,meğerse bizim bürokrasimiz kapalı kapılar ardında inanılmaz hızlı çalışıyormuş. Hele emniyet teşkilatımız tam bir külyutmaz, peşbırakmaz, başladığı işi sonuna ve istediği sonuca erişinceye kadar sıkıca takip ediyormuş. Bakın iade ve kırmızı bülten süreci nasıl başlamış?
Hani demiştik ya mahkeme 24 Ocak 2013'de karar verdi diye. Bu kararla birlikte, aynı gün yakalama kararı da vermişti. Hemen ertesi gün, 25 Ocak 2013'de İçişleri Bakanlığı (Em. Gn. Md) Adalet Bakanlığı'na bir yazı yazmış ve demiş ki, Pınar Selek Fransa'da Strazburg'da bulunuyor, ne yapalım?. Bazı suçlar ve suçlular hakkında ne kadar hızlı hareket edilebilmesine, başkaca olayları ve sanıkları düşününce hayret etmemek mümkün değil elbette. Adalet Bakanlığı'da bu yazıya atfen 4 gün sonra 29 Ocak'ta İstanbul savcılığı aracılığıyla mahkemeye bir yazı yazıyor. Bu yazıda deniliyor ki, "şahsın yurt dışındaki adresi tespit edildiğinden, ilgili ülkeden (Fransa) ülkemize iadesi talep edilebilir, yanısıra iade işlemine göre çok daha kısa süre içinde gerçekleşmesi nedeniyle yakalanmasını teminen ilk aşamada kırmızı bülten de çıkarttırılabilir, bu nedenle iade evrakı ile birlikte kırmızı bülten talep formunun da bakanlığımıza iletilmesi gerektiği değerlendirilmektedir." İşte, süreç böyle başlıyor. Bu yazıya mahkeme ancak Mart ayı sonunda cevap gönderiyor, Pınar'ın iadesi için gerekli evrak ve formlarla birlikte kırmızı bülten talep formunu da ekleyerek. Ayrıntıya boğmamak, kafaları iyice alabora etmemek için, yakalama kararı ve emrininin nasıl olup da tutuklama müzekkeresine dönüştürüldüğünden tutun da, kırmızı bülten formunda iddianamenin özetlenmesinde, iddianamede olmayan hususların varmış gibi yazılmasına kadar bir sürü teferruatı yazmayalım. Zaten, davanın kendisi bütünüyle absürd, neresinden tutsanız elinizde kalıyor. O derece hukuki bir facia.
Sonra, Adalet Bakanlığı mahkemeye iletilmesi için bir yazı daha gönderiyor; diyor ki kırmızı bülten formunu eksik ve hatalı doldurmuşsunuz, yeniden ve şunları belirterek doldurup bize gönderin. Mahkeme, Mayıs ayında formu yeniden doldurarak gönderiyor. Bundan sonrası bakanlığın Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü'nün bilgisinde. Acaba, kırmızı bülten çıkarılması talebi İnterpol Genel Sekreterliği'ne ulaştırıldı mı? Ayrıca Pınar'ın iade edilmesi için Fransa adli makamlarına iade başvurusu yapıldı mı? Bunları bilemiyoruz. Medya mensupları belki de, bakanlığı arayarak durumu öğrenebilir? Zaten, bırakın bakanlığı davada taraf olduğumuz halde, mahkeme bile, verdiği her kararı, yaptığı işlemleri yasaya göre bize bildirmesi gerekirken bildirmemiş; bir nevi gizli kapaklı işler vesselam... Güya mahkemenin işlem ve kararlarına bizim itiraz hakkımız var, demokratik yasamıza göre. Bırakın itirazı, yapılan işlemlerden, alınan kararlardan haberdar bile edilmiyorsunuz, neymiş savunma hakkı kutsalmış, kısıtlanamazmış. Geçin bunları bir kalem...
Peki, kırmızı bülten talebi konusunda İnterpol; iade talebi konusunda Fransa adli makamları ne yapar derseniz, bilebilmemiz elbette mümkün değil. Ama, ülkemizin bu konudaki başarısını gösteresi açısından resmi verilerden aldığımız birkaç hususu aktaralım.
Türkiye son 10 yılda (2012 sonu itibariyle) AB üyesi ülkelerden terör suçundan toplam 298 iade talebinde bulunmuş. Bu taleplerden yalnızca 9 tanesi kabul edilmiş. 173 talep reddedilmiş, 97'si halen inceleme aşamasındaymış, 19'undan ise vazgeçmişiz. Fransa özelinde ise 28 talepte bulunulmuş, kabul edilen tek bir talep olmamış, 11'i reddedilmiş, 3'ünden vazgeçilmiş, 14'ü ise halen derdest durumdaymış. Şimdi sırada Pınar Selek'in iade başvurusu var. Ne dersiniz, son 10 yılda kabul edilen ilk iade başvurusu Pınar'ın ki olur mu? Bugüne kadar terör suçundan iade taleplerini kabul etmeyen Fransa, hele de yakından izlediği ve büyük bir adaletsizliğe, haksızlığa, mağduriyete uğradığını sık sık farklı ortamlarda dile getirdiği bir davada iade kararı verir mi? Hani ayu çıkabilü, taş düşebilü meseli gibi... Biraz sürreel bir durum. Avrupa Parlamentosu ve AB kurumlarının bu davayla ilgili endişe ve açıklamaları da cabası...
Meraklısına bir veri daha sunalım. Hani AB üyesi ülkeler, terörü suçundan iade taleplerimiz konusunda 298 başvurudan yalnızca 9'unu kabul ederek pek bir cimri davranıyor (resmi devlet politika ve söylemimize göre de, böyle yaparak teröre destek oluyorlar ya); peki bizim ülkemiz onlardan gelen iade talepleri konusunda nasıl bir başarıya sahip derseniz, şöyle: Son 10 yılda AB üyesi ülkeler, terör suçundan dolayı Türkiye'ye toplam 7 iade başvurusunda bulunmuşlar. Bunlardan 5'ini kabul etmiş, sadece birini reddetmişiz. Sayılardan yola çıkarak bakınca, ülkemizin teröre karşı işbirliği konusundaki duyarlılığına göz yaşarmaması mümkün değil, ah bir de AB üyesi ülkeler bizim gibi olabilseydi ya!
http://www.twitlonger.com/show/n_1rm57n1