| 
        
            
         
         
            
                
                
                
                Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye - Adaletsiz barış süreci kalıcı olmayacakBarışın  ‘olmazsa olmaz’ şartları sürece zarar vermemek için konuşulmuyor...  Oysa toplumsal adalet ve eşitlik sağlanmadan barışın kalıcı olması  mümkün değil....   Seçilmiş Kürt siyasetçiler KCK davalarından tutukluyken, Terörle  Mücadele Kanunu yürürlükteyken,  PKK ile yapılacak barış ne kadar sağlam  olabilir?inShare  Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye - 5 / Yard. Doç. Dr. Maya Arakon 24 Mayıs 2013 - MilliyetTürkiye içindeki “barış turları”na biraz ara vererek Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (YSGP) Avrupa kanadının davetlisi olarak Almanya’ya gidiyorum. Nisan sonlarında soğuk bir Frankfurt akşamı.
 Almanya’da bizi karşılayan ekip ağırlıklı olarak 12 Eylül’den sonra Avrupa’ya gitmiş eski devrimciler ve ikinci kuşak Alevi  Kürtler. Toplantıya Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenli Ermenilerin de  katılması hem şaşırtıcı hem de sevindirici bir gelişme. Demek ki her  şeye rağmen hâlâ Türkiye’den tam kopmamışlar, barış düşüncesi onları da  heyecanlandırıyor.
 Masada Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Tarih bölümünden Doç. Dr. Ferdan Ergut da var.
 
 TOPLUMSAL ADALET ŞARTI
 Dilim döndüğünce barış sürecinin neden önemli olduğunu, bunca yıldır  hep savaşmış olan Türkiye’nin ilk defa kendi barışını inşa etmeye  niyetlendiğini, bunun son derece olumlu bir adım olduğunu, zira eşit  vatandaşlık ve tam demokrasiye giden yolun ilk taşının Kürtlerin ve  bütün “öteki”lerin içinde kendisini mutlu, özgür ve eşit hissettikleri  bir ülke kurmak olacağını anlatıyorum. Ancak, elbette bu sürecin toz  pembe ilerlemeyeceği de malzm. Bazı “olmazsa olmaz”lar var ve şu  günlerde sürece zarar vermek (ya da “barış karşıtı aydın” diye  damgalanmak) korkusuyla kimse bu gerçeklerden bahsetmiyor.
 Oysa söylemek lazım. Toplumsal barış sağlanmadan, sosyal bir uzlaşma  zemini yaratılmadan gerçek anlamda bir siyasal barışın çok uzun  sürmeyeceğini ve bir yerden kopma riskini beraberinde getireceğini de  belirtmek lazım eğer gerçekten barışın daimi ve kalıcı olmasını  istiyorsak. Siyasal adaletin sağlanabilmesi için toplumsal adaletin şart  olduğunu anlatmak lazım. Misal, yargıda adalet sağlanmadan Kürtlerle ve  toplumun bütün kesimleriyle siyasal barışı nasıl sağlayabiliriz ki?
 
 KCK DAVALARI VE TMK
 Hâlihazırda KCK davalarıyla cezaevinde tutulan yaklaşık 8000 Kürt  siyasetçi var ve bunların büyük kısmı şiddete bulaşmadığı gibi, üstüne  bir de seçilmiş siyasetçiler. Yani, Kürt halkının siyasi iradesinin bir  kısmı bugün hâlâ Türkiye Cumhuriyeti cezaevlerinde tutuklu. Hâl böyleyken PKK ile yapılacak barış ne kadar sağlam olabilir? Ya da Terörle Mücadele Kanunu (TMK) hâlâ uygulamada kalır ve bu kanunun 7. ve 8. maddeleri üzerinden önünüze geleni “terör örgütü  üyesi olmamakla birlikte örgüt lehine propaganda yapmak” suçundan içeri  almaya devam ederseniz? Gencecik çocuklar, lise ve üniversite  öğrencileri bu maddeler sebebiyle yıllardır tutuklu. Bazıları için  müebbet hapis cezası isteniyor.
 Ya tutuklu gazetecilerin, akademisyenlerin, yayıncıların durumu? Sosyolog Pınar Selek’in  üç kez beraat etmesine rağmen mahkemenin inanılmaz bir hukuksuzlukla  kendi kararını geri alarak ağırlaştırılmış müebbet hapis (yani  kaldırılmamış olsa idam  cezası) kararı vermesi? Yanlış zamanda yanlış yerde boynuna poşu  taktığı için hayatı kararan, yaklaşık 2,5 yıl tutuklu kaldıktan sonra  serbest bırakılan ama hakkında 11,5 yıl hapis cezası istenen Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül’ü unuttuk mu?
 Bu ve benzeri birçok dava mevcut şu an yargıda. Her seferinde birbirinden fantastik kararlara imza atılıyor, evrensel insan hakları hiçe sayılıyor. Adalet Bakanlığı’nın  ardı ardına reform paketleri çıkarması da bir işe yaramaz eğer  uygulayıcılar ve karar alıcıların kafalarındaki duvarlar yıkılmazsa.
 
 GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEK...
 Bunlardan bahsediyorum Frankfurt ve Essen’de yaptığımız toplantılarda.  Almanya’daki Türkiyeliler barış fikrinden büyük heyecan duyuyor. Biri  “barışı ‘ama’sız ‘fakat’sız desteklemek gerek” diyor. Karşı çıkıyorum.  “Silahların susması müthiş bir şey, ama silahlı çatışmaya sebep olan  faktörleri ortadan kaldırmazsak bu suskunluğun uzun süremeyeceğini  biliyoruz” diyorum. Amaç geçici bir süreliğine değil, kalıcı olarak  barışı inşa etmekse, mutlak surette yasal, demokratik ve eşitlikçi  adımlar atılmalı.
 Bu barışın bu anlamda da önemi büyük. Türkiye belki de ilk defa bu  barış sayesinde bu zamana kadar küstürdüğü bütün vatandaşlarıyla,  Ermenileriyle, Alevileriyle, Rumlarıyla, Yahudileriyle, Süryanileriyle,  Müslümanlarıyla, Çerkezleriyle vs. vs. nihayet barışacak.
 Geçmişiyle, günahlarıyla yüzleşecek. İlk defa belki de toplumun bütün  kesimleri birbirini duyacak, dinleyecek ve anlayacak. Bu yüzden toplumun  her kesiminin kendisini bu barışa ait hissetmesi, bu süreci  sahiplenmesi çok önemli. Hükümetin ve siyasi tarafların bir an önce bu  durumun farkına varması barışın ömrünü de belirleyecek.
 
 Amaç başkanlık mı?
 Sürece karşı kafasında sorular olanlar da var izleyiciler arasında. “Bu barışı Amerika mı dayattı?” ve “Hükümetin samimi olduğunu nereden bileceğiz ya sadece  Başkanlık seçimi öncesinde bir manevraysa bu?” diye soruyor. “Sırf  Amerika’nın çıkarlarına uyuyor diye barıştan vaz mı geçelim?” diyorum.
 Hükümetin niyetinin samimi olup olmadığıyla ilgili kaygıyı birçok yerde gözlemledim. İzmir, Mersin, Diyarbakır’da  olduğu gibi Almanya’da da insanların kafasında hep bu soru. “Siyaset  niyet okuması üzerine kurulamaz”, diyorum, “velev ki hükümetin niyeti  Başkanlık sistemini geçirmek için Kürtlerle barış yapmak olsun. Sizce  gerçekten böyle bir niyet varsa bile, Kürt siyasi hareketi bunu göremez  mi? Kaldı ki bu varsayım ve bu niyet okuma üzerinden siyaset  belirleyemeyiz, barışı bir kenara atamayız. Eldeki malzeme buysa, buna  göre politika üretmek gerek”.
 Bunları söylüyorum söylemesine ama aklıma bir soru da düşmüyor değil. Gerçekten de yeni bir Anayasa yapma iradesi bu kadar zayıfken, anamuhalefet partisi CHP barış sürecine bu kadar uzak durur, hatta alenen eleştirirken, MHP  bu süreci “vatana ihanet” olarak tanımlarken, hükümet başkanlık rejimi  ısrarını sürekli gündemde tutarken, insanların da bu süreci sorgulamaya  başlamasının sürece zararı olmayacak mı? Birçok yerde karşıma çıkan  ortak soru şu: PKK ile neyin pazarlığı yapıldı? Kürtlere ne verildi ki  PKK silah bırakıyor? (Bu da yanlış aslında, ateşkesle silah bırakmayı  karıştırmamak lazım). Türklerin merak ettiği bu.
 Kürtler ise BDP’li  siyasetçilere sürekli “Başkanlık rejimi karşılığında mı barışı  aldınız?” diye soruyor. İki tarafın da birbirine ve sürece bu kadar  güvensiz olması, daha önce de dediğim gibi, anlaşılabilir bir durum ama  hiç hayra alamet değil. Her ne kadar muhtelif anketler yüzde 80’lerde  destek gösteriyorsa da, halkın güvenini alamadığınız bir barış süreci  çok da sağlıklı ilerlemiyor demektir. Nereden bakarsanız arkasında  yaklaşık %20’lik bir halk iradesi olan CHP’nin mutlak surette sürece  dâhil edilmesi gereklidir.
 
 http://siyaset.milliyet.com.tr/tarihi-uzlasma-yolunda-turkiye-/siyaset/detay/1713184/default.htm
 |  |