Kemal Şahin
[Demokrat Yargı Genel Derneği Sekreteri, Yargıç ]
Haysiyetli bir bilim insanı ve sosyolog olmanın gereği olarak özgür, ahlaklı, haysiyetli, adil ve mutlu bir toplum nasıl inşa edilebilir, sorusuna yanıt aramak için farklı dışlama ve kapatma mekanizmalarının karattığı yaşamların içerisine girerek insan ve insani değerleri öğüten sistemin şifrelerini yüksek bir sesle söylemeye başladığı anda, kendisini "Mısır Çarşısı Katliamı"nın içerisine bir bomba olarak yerleştirenler, bir kuşak sistematik yargısal işkencenin sonunda O'nu müebbet ağır hapse mahkum ettiler.
Demokratik hukuk devletlerinde utanılması gereken, ancak bu ülkede Avrupa'nın en büyüğüne sahip olmakla övünülen "Adalet Saray"ından sadece Pınar Selek'i değil, hepimizi hedef alarak atılan "adalet bombası" bana, Franz Kafka'nın "Dava" isimli şaheserindeki rahibin Josef K.'ya anlattığı hikayeyi hatırlattı bir kez daha.
Çok öğretici o hikayeyi bir kez daha hatırlayalım:
Yasanın önünde bir kapı bekçisi durur. Köylü bir adam, yasanın kapısına gelir ve bu bekçiden kendisini içeri bırakmasını rica eder. Ancak bekçi, onun yasanın içine girmesine şimdi izin vermeyeceğini söyler. Adam bir süre düşünür ve daha sonra içeri girip girmeyeceğini sorar bekçiye. "Olabilir, ama şimdi giremezsin." der bekçi. Kapı bekçisi yana çekilince her zaman ki gibi açık duran kapıdan yasanın içerisini görebilmek için eğilir adam. Bunu fark eden bekçi gülerek: "Sana bu kadar çekici geliyorsa eğer, yasağıma karşı içeri girmeyi dene. Ancak şunu bil ki, ben çok güçlüyüm. Ve ben sadece en alt derecedeki kapı bekçisiyim. Oysa içeride, salonları bekleyen kapı bekçilerinin her biri ötekinden daha güçlüdür. Üçüncü bekçinin görünüşüne ben bile dayanamam." der. Köyden gelen adam böyle güçlüklerle karşılaşmayı beklemediğinden ve yasanın herkese ve her zaman açık olduğunu düşündüğünden, içeri girme iznini alana kadar beklemeye karar verir. Bekçi ona bir tabure verip kapının yan tarafına oturtur. Adam orada yıllarca oturur. İçeri girmek için sayısız girişimde bulunur. Bekçi ise efendilerin sordukları türden ilgisiz sorular sorarak onu sürekli oyalar ve sonunda hep kendisini daha içeri bırakamayacağını söyler. Yolculuğu için yanına çok şeyler almış olan adam, bekçiyi rüşvet yoluyla elde edebilmek için değerine bakmadan her şeyini kullanır. Adamın her şeyini alan bekçi, "Bunu sadece bir fırsat kaçırdığına inanmayasın diye alıyorum." der.
Yıllar boyunca gözlerini bu bekçiden neredeyse hiç ayırmayan adam öteki kapı bekçilerini unutur ve yasaya girmesinin önündeki tek engeli bu ilk bekçi olarak görür. Adam bunu talihsizliğine bağlar ve lanet eder, ilk yıllarda bunu yüksek sesle dile getiren adam, yaşlandığında ise sadece kendi kendine homurdanmaya başlar. Bir çocuk gibi davranmaya başlar, hatta bekçinin kürkünün yakasındaki pirelerden dahi yasanın kapısından içeri girme konusunda bekçinin fikrini değiştirmesi için yardım ister. Sonunda gözleri zayıflar, karanlıkta yasanın kapısından dışarıya gölgelenmesi olanaksız bir biçimde vuran parıltıyı görünce artık yaşamının da sonuna geldiğini anlar. Ölmezden önce bütün yaşamı boyunca edinmiş olduğu deneyimleri düşünür ve o güne kadar kapı bekçisine sormayı akıl edemediği bir soru gelir aklına. Ayağa kalkacak hali kalmadığından, eliyle bekçiyi yanına çağırır. Bekçi adama iyice eğilerek, "Hala neyi bilmek istiyorsun, bir türlü doymak bilmiyorsun?" der. Adam "Herkes yasaya göre ölüyor, ama nasıl oldu da, bunca yıl boyunca benden başka kimse giriş izini istemedi." der. Adamın sonunun geldiğini anlayan yasa kapısındaki bekçi tükenmek üzere olan işitme duyusuna kendini duyurabilmek için bağırır: "Burada kimse girme izni alamazdı, çünkü bu kapı yalnızca senin için öngörülmüştü. Şimdi o kapıyı kapatmaya gidiyorum" der.
Josef K.'nın içeri girmemesi için başına bekçi konulan yasa kapısında olduğu gibi, bu ülkedeki "adalet kapısı" da bu kez Selek'e kapatıldı. Tıpkı kendisi gibi sosyolog olan ve Kürtlere yapılan haksızlıklara karşı durduğu için ömrünün 17 yıldan fazlasını 34 ayrı mahpushanede geçirmek zorunda bırakılan İsmail Beşikçi gibi. Aslında buna şaşırmamak gerek. Çünkü halk adına karar verdiğini her defasında halka buyuran ve adına "yargı" dememizi istedikleri adalet saraylarının kapıları herhangi bir haksızlık karşısında seslerini yükseltenlere hep kapatılmıştır. Bir başka deyişle, bu ülkenin tarihi "adli makinanın" işlediği katliamlarla doludur.
Sistematik yargısal işkence sonucu Pınar Selek hakkında verilen karar,bir yandan O'nun söylemiyle"Mısır Çarşısı Patlaması eğer bir bombadan kaynaklanıyorsa, bu bir insanlık suçudur,ama O'nun maruz kaldığı suçlamalar ve verilen karar da bir insanlık suçudur." Diğer yandan, "adalet kapısı"nın her an bize de kapatılabeleceğinin ihtarıdır.
Gelinen noktada, bu ülkenin yurttaşları olarak, ilk elden yapmamız gereken bir şey var. O da hak, hukuk,hakaniyet adalet, özgürlük, eşitlik ve demokrasiden istisna edilenleri savunanların dahiinsanlığın bu ortak değerlerinden istisna edilmesinde işlev gören, her gün “Kararlar Mezarlığı”na yenilerini ekleyen ve adaletsizlik üreten "adli makina"yı deşifre etmek,demokratik siyasetin ana merkezine yerleştirmek ve birincil sorun olarak görmektir. Ancak bu şekilde, adına "yargı" denilen adli sistemin demokratik alanın dışına çıkmasını ve araçlaşmasını önleyebiliriz. Bir başka deyişle ancak bu şekilde, birgün "adalet kapısı"nın bize de kapatılma ihtimalini ortadan kaldırabiliriz.