Bu toprakların en eski, en köklü iki kavmini ‘sorun’ sözcüğüyle yan yana getirmekle başladı her şey. Sorundan kastedilen esasen soykırım, kırım, zorunlu göç, faili meçhul, köy yakma gibi insanlık dışı uygulamalarla halkları yok etme politikalarıysa, Ermeni sorunu tarihi ve simgesel ağırlığı, Kürt sorunu da güncel ve akut karmaşıklığıyla belirleyici oldu. Bir ülkenin atlatamadığı, dolayısıyla sürekli tekerrür eden tarihi altında esir alınmış geleceğinin ta kendisi oldu.
Şimdi bir yandan Abdullah Öcalan’la görüşmeler yürütülürken diğer yandan Kürt siyasi hareketine yönelik operasyonlar devam ediyor. Seçili milletvekillerinden BDP üyelerine, destekçilerden öğrencilere, avukatlardan gazetecilere binlerce Kürt hapiste. En galiz milliyetçi söylemlerin, ‘ayar çekmek’ adına fütursuzca havada uçuşması da cabası. Bildik hikâye anlayacağınız; bildikliği içinde can sıkıcı, bir türlü şaşırtıcı, hayırlı bir sona evrilemeyişi içinde can yakıcı…
Ermeni kardeşlerimiz
Başbakan Erdoğan, son olarak şöyle sesleniyordu: “780 bin kilometre karelik vatan topraklarında asla ameliyata müsaade etmeyiz. Bazıları rahat durmuyor. Yahu ne oluyor sana, otur oturduğun yerde. Milletvekili olmak mı istiyorsun, cumhurbaşkanı olmak mı istiyorsun? Ne istiyorsan ol. Tutturmuşlar Kürt sorunu. Ben Kürt sorunu diye bir şey tanımıyorum. Kürtçülüğe hayır.
Kürt kardeşlerimizi seviyorum ama Kürtçülüğü reddediyorum. Ben Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla tüm kardeşlerime eşit mesafedeyim. Çünkü biz sizi Allah için seviyoruz. Etnik, bölgesel, dinsel milliyetçiliğe hayır. Bu toprak içinde olalım, bir olalım, diri olalım.”
Kimliğinle siyaset yapmaya kalktığında boyladığın mekân bu kadar aleni, siyasetin, dolayısıyla sözün, sesin üzerindeki baskı bu kadar açıkken bu ‘Ne istiyorsan ol’ sözünün arkasını ‘bedelini ödemeye hazırsan’ diye tamamlamak gerekir. Kardeş sözcüğü ise bünyede ayrıca alerji yaratıyor. Ama öte yandan retorik olarak bile o söylemden nasiplenemeyenlerin varlığı da unutulmamalı. Siz hiç siyasi erkin ağzından ‘Ermeni kardeşlerimiz’ diye bir şey duydunuz mu?
Kürtçülük denince çağrışım gereği yanına Ermeniciliği de ekleyerek şöyle bir titreyip durmak gerekir. Kürdün Kürtçülük yapması gibi bir garabeti eşyanın doğası gereği anlamakta bir hayli zorluk çekiyorum. Ermenicilik ise zaten Ermenilerin tekelinde değil. Hrant Dink’in Agos’un kapısında vurulması sonrası cenaze törenine katılan yüzbinler, altı yıldır bu göz göre göre işletilen cinayetin arkasındaki esas sorumluların, devlet kademesindeki faillerinin, suç ortaklarının ortaya çıkarılması için ses verenlerin tamamı Ermenici. Yaklaşım bu olunca, bugünü halledemeden geçmişin ağırlığıyla ezim ezim ezilmemize şaşmamalı.
Terör nerede başlar?
Terör kavramının muğlaklığı ise trajikomik bir hal almış durumda. Başbakan Gaziantep kentinin gelişimini, sınıftaki uslu, çalışkan öğrenci misali Van, Diyarbakır, Şırnak, Hakkari, Ağrı için örnek gösterirken şöyle soruyor: “Bazı illerimiz umutla büyürken bazıları yerinde sayıyor. Biz bu illerin hepsine belediye başkanlarının kim olduğuna bakmadan eşit şekilde kamu yatırımlarını ulaştırıyoruz. Yıllardır ihmal edilen bu illere tam tersine pozitif ayrımcılık yapıyoruz. Peki bu iller neden büyümüyor, gelişmiyor? Tek sebep terör. Gaziantep’in potansiyelini değerlendirmesinde en önemli etken şehirdeki barıştır. Kabuğunu kıramayan, yoğun kamu yatırımlarına rağmen atılım yapamayan illerimiz terörün bu konudaki rolünü sorgulamalıdır.”
Örgütün bir türlü aranıp da bulunamadığı skandal Hrant Dink cinayeti davasının yanına Kürt siyasetinin herhangi bir noktasından temas kuranların ‘cıs’ diye o muğlak ‘teröre yardım yataklık’ ağıyla kuşatılışını ekleyin, ardından da “Biz Kürt kardeşlerimizin üzerine bomba yağdırmıyoruz, teröristlerin üzerine bomba yağdırıyoruz” açıklamasına yeniden bakın. Ne görüyorsunuz?
Teröristler zaten öyle Mars’tan gelip vurkaç yapıyor. Onların o topraklarda içinden çıktıkları bir ocak, arkalarında bıraktıkları bir aile yok. Hem zaten Kürt halkı yakasında Kürt kardeş ve terörist şeklinde farklı yaka kartlarıyla dolaşıyor. Hayat bu kadar siyah-beyaz net, ve abes.
Birlikte düşüyoruz
Bu yaklaşıma karşılık BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş da “Kürt sorunu yoktur, katılıyorum. Devlet faşizmi sorunu vardır, bu ülkede 90 yıldır uygulanan inkarcı asimilasyoncu politikalardır” dedi, ardından da Van Belediye Başkanı Bekir Kaya’nın duruşmasına değindi. “Bu belediye başkanı anadilinde konuşmaya başladığı için savunması alınmadan Van’da duruşma sürüyor. ‘Çeteler bitti. Statüko tasfiye edildi’ diyenler buyursun Van’daki fotoğrafa baksınlar. Tek başına o fotoğraf Türkiye ’nin içinde bulunduğu durumu tahlil etmek mümkündür. Bunları çözmeyeceksek Türkiye’de hangi sorunu çözeceğiz?”
Milliyetçilik hortlatan, katil yaratan ortamla mücadele için zihin, ruh, kalp mıntıkalarında genel temizliğe gidilmedikçe bir şeylerin kolay kolay değişeceği yok. Samatya’da bir Ermeni yaşlı kadın daha dövülerek hastanelik edildi. Bu, bir tanesi cinayet olmak üzere gerçekleşmiş dördüncü saldırı. Yıl 2013, mekân İstanbul . Sabah beş şafak operasyonları, polis şiddetine maruz kalanların başvurabileceği işkence kurulu ‘İmdat Polis’ hattının kurucusu Çağdaş Hukukçular Derneği’ne yöneliyor.
Sosyolog Pınar Selek’in üç kez beraat ettiği komplonun cismani tanımı halindeki dava, büyük bir müdanasızlık ve açık operasyonla aylardır yeniden arap saçına döndürülmeye çalışılıyor. Birbiriyle ilgisiz ve fakat eşzamanlı bütün ‘menfur olaylar’ın ardındaki bu şiddet ve esirgenen adalet mesajı ise ayağımızın altındaki zemini dinamitliyor. Farkında mıyız bilmem, hep birlikte düşüyoruz.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1119052&CategoryID=42