30.01.2013
CENGİZ ÇANDAR for Al-Monitor Turkey Pulse. Posted on Ocak 28.
Türkiye’de öyle bir yargı skandalı meydana geldi ki, adaletin sakatlanmasının en ünlü örneklerinden biri olarak çağdaş tarihin kayıtlarına geçmiş olan Dreyfus davası, onun yanında bir karikatür gibi kalabilir.
Davanın adı Pınar Selek davası. Bu davanın özet öyküsü anlatıldığında, Dreyfus davasının için onun bir karikatürü haline gelebileceği de kolaylıkla anlaşılabilir.
İstanbul’un tarihi mekanlarından, Kahire’nin ünlü Khan al-Khalili adlı kapalıçarşısının küçük bir replikası olan Mısır Çarşısı’nda 9 Temmuz 1998 günü bir patlama meydana gelir. 7 kişi ölür, 127 kişi yaralanır. Dönem, “uzaktan kumandalı bir askeri darbe” sayılan ve Türkiye’de “Postmodern Darbe” adıyla damgalanmış olan askeri ağırlıklı vesayet rejiminin, hasımlarını müthiş baskı altına aldığı, Kürt sorunun en kanlı dönemlerinden birinden geçtiği bir dönemdir. Olayın soruşturması, aykırı davranışlarıyla toplumun marjinalleşmiş kesimlerinde sempati uyandırmaya başlamış olan genç bir kadın sosyologa, Pınar Selek’e de uzanır.
Pınar Selek’in patlamanın ardındaki faillerden biri olduğu, PKK ile bağlantısından kuşkulanılan bir Kürt zanlının işkence ile alındığı daha sonra ortaya çıkan ifadesi sonucu iddia edilmiştir. Ama, işin garibi olayın asıl faili olarak gözaltına alınmış ve işkenceden geçirilmiş olan kişi, bir süre sonra Pınar Selek’i tanımadığını ve ismini işkence sonucu vermek zorunda bırakıldığını söyleyecek ve o kişi, mahkum olmayacaktır.
Buna karşılık, Pınar Selek, iki buçuk sene hapis yattıktan sonra beraat edecektir. Pınar Selek hakkındaki beraat kararı Yüksek Mahkeme’de bozulacak ve Pınar Selek davası, genç kadın sosyologun tutuksuz olarak yargılanmasıyla devam edecektir.
Bu arada, Mısır Çarşısı’nda 7 kişinin ölümüne, 127 kişinin yaralanmasına yol açan patlamanın, ardında PKK’nin bulunduğu bir sabotaj eylemi olduğu da kanıtlanmamıştır. Hatta, tüm bulgular, olayın bir tüp gaz patlamasından kaynaklandığını ortaya koymuştur. Bunun böyle olduğuna dair, herbiri değişik uzmanlar tarafından hazırlanmış olan bir dizi bilirkişi raporu mahkemeye sunulmuştur.
Pınar Selek, bir kez daha beraat etmiştir.
Sonra?
Sonra Yargıtay yani Yüksek Mahkeme, mahkeminin beraat kararını bir kez daha bozmuştur.
Sonra?
Mahkeme yeniden görülmüş; deliller bir kez daha toplanmış, yeni bilirkişi raporları üzerinde durulmuş ve Pınar Selek, bir kez daha beraat etmiştir. Yani, Pınar Selek, uzun yargılama sürecinde üç kez beraat etmiştir.
Elbette aradan geçen uzun yıllar, Pınar Selek’in ailesinde önemli tahribatlar yapmıştır. Annesi, yılların stresine dayanamayıp hayatını kaybetmiştir. Kızkardeşi, bu dönem zarfında liseyi bitirmiş, ablasını savunmak için avukat olmaya karar vermiş ve üniversitede hukuk okumuştur. Neticede, gerçekten ablasının avukatlığını üstlenmiştir. Aynı uzun yıllar içinde, sağlığı giderek bozulan ve yaşı 80’e dayanan baba, Alp Selek, zaten ülkenin tanınmış avukatlarından biriydi.
Pınar Selek, bu zaman zarfında önce Berlin’de yaşamış ve daha sonra Strasbourg Üniversitesi’nde sosyoloji doktorası yapmaya başlamıştı. Onun ismi etrafında Türkiye’de ve yurt dışında halkaları giderek genişleyen bir sivil toplum hareketi oluşmuştu.
Pınar Selek davası, 15. Yılına girdiğinde, üçüncü beraati bir kez daha Yargıtay tarafından bozulmuştu ama yeni bir düzenleme de yapılmıştı. Pınar Selek’e üç kez beraat vermiş olan ve dosyası çok iyi bilen, adeta bu dava konusunda uzmanlaşmış olan mahkemenin yapısı değiştirilmiş ve dosya ile ilgisiz kişiler, mahkeme başkanının yıllık tatilde olduğu bir sırada, “beraat kararında direnilmeyeceği”ni ilan etmişlerdi.
Bunun üzerine, Pınar Selek davası, sıfırdan yeniden ve yeni mahkeme yapısıyla başlamış olmuştu. 24 Ocak 2013 günü mahkemenin karar vermesi bekleniyordu.
Bütün bunların nasıl olabildiğini anlayabilmek kolay değil. Türkiye’nin karmaşık ve saçma yargı süreçleri ve muhakeme prosedürüne göre olabiliyor. Öyle olduğu için, zaten, Pınar Selek davası, Türkiye’de tüm hukuk yolları tüketilmiş olduğundan ötürü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin önüne getirilmiş vaziyette.
Aralık ayının ilk haftasında Brüksel’de Avrupa Birliği ve Avrupa Parlamentosu çevreleriyle yaptığım temaslardan edindiğim izlenimi “Hukuk cinayetinin adı Pınar Selek” başlığıyla bir makaleye dönüştürmüş ve şu satırlara yer vermiştim:
“Brüksel’de ilk 24 saat içinde Avrupa Komisyonu’nda geçirdiğim bir buçuk saatlik süre, ardından Avrupa Parlamentosu’nda bir buçuk gün boyunca bulunmam, hiçbir şeyi olmasa bile tek bir şeyi gayet net biçimde gösterdi: Pınar Selek davası, çok yakında Türkiye’nin adının ‘eş anlamlı’ anılacağı bir ‘adaletsizlik simgesi’ olarak ülkemizin boynuna dolanacak. Pınar Selek davası, bir ‘simge dava’ haline dönüşmeye başladı. Türkiye’nin üzerinde, kaldıramayacağı, her uluslararası platformda önüne çıkacak bir ‘yük’ olacak.”
Ve, beklenen gün geldi. İstanbul’da Adalet Sarayı’nın önünde gösteri yapan –Dreyfus davasından bu yana geçen 100 küsur yıl, mahkeme binalarının önünde kitlesel gösteriler varsa, adalet umudunun kaybolmuş olduğunu anlatıyor- binlerce kişinin arzularının tam tersine, mahkeme, başkanının karşı oyuna rağmen, Pınar Selek’in “ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası”na çarptırılmasını, yurt dışında bulunduğu için Interpol’a yakalama emri yazılmasına karar verdi.
Mısır Çarşısı’ndaki patlamanın üzerinden 15 yıl geçtikten sonra, patlamanın tüp gaz patlaması olduğu en kuvvetli ihtimal ve buna ilişkin bir sürü bilirkişi raporu varken ve en önemlisi, patlama sırasında olay yerinde olmadığı kanıtlanmış olan ve aradan geçen 15 yıl boyunca uzun ve titiz mahkeme süreçlerinde üç kez beraat etmiş olan Pınar Selek, en sonunda “ölüm cezası”na eş bir cezaya çarptırılıyordu. Ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası, 2000’li yılların başlarında Türkiye’de idam cezasının kaldırılması ve anayasadan da çıkarılması üzerine konulmuş en ağır ceza. Ölünceye kadar hapishanede kalmayı öngörüyor.
Anlaşılması imkansız bir husus, Türkiye’de beraat ile ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası arasında yer bırakmayan, böylesine iki en zıt tercihe yönelen yargı yapısı ve hukuk sisteminin mevcudiyeti.
Pınar Selek davasının geldiği nokta, Dreyfus davasını onun yanında karikatürleştirmekle kalmıyor; Türkiye’de adaleti karikatürleştiriyor.
Osmanlı sisteminin kalıcılığı ve yüzyıllara dayanıklılığını, “imperial might”tan ziyade, geniş topraklarda yaşayan çok çeşitli uluslardan ve dinlerden olan subject’leri üzerinde “adalet” algısıyla açıklayan çok kişi vardır. O yüzden, Türkiye’nin tüm mahkeme salonlarının üzerinde, “Adalet Mülkün Temeli” diye bir motto yazar. Buradaki “Mülk”, Arapça, hükümranlık alanı, yani “devlet-ülke” birliği anlamına gelir.
Pınar Selek davasında çıkan karardan sonra, bu, Türkiye’nin adliyelerini kaplayan en ironik motto olarak algılanmaya dönüşecek.
Dreyfus davasının Fransa ve Avrupa tarihine bıraktığı çok önemli sonuçlar olmuştu. Pınar Selek davasının ise, Türkiye tarihine ne gibi sonuçlar bırakacağını göreceğiz.
Ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin neredeyse kesin olarak Pınar Selek lehine alacağı karardan sonra, Türk yargısının kendisine ilişkin vermiş olduğu utanç verici karar, Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde bir kilometre taşı olacak; ya da “Doğu despotizmi”nin (Oriental despotism” sıradan uygulamalarından biri olarak kayıtlara geçecek.
Aradaki büyük fark, Türkiye’nin yönünü de gösterecek.
Read more: http://www.al-monitor.com/pulse/tr/contents/articles/opinion/2013/01/pnar-selek-dreyfuss-affair-egyptian-bazaar-bombing.html#ixzz2JPEbIwEf
|
|