Yeni bir yılı daha ilk ayını doldurmadan eskittik, eskisi gibi adaletsiz ve haksız, şiddetin yüceltildiği, nefret söylemlerinin ırkçı yükünün omuzlarımıza yüklendiği bir yılın bütün ipuçlarını gördük. Peş peşe gelen olaylarla yorgun bir haftaya başlar başlamaz Pınar Selek’in ağırlaştırılmış müebbet kararı suratlarımıza bir tokat gibi çarptı. Sevgili Pınar Selek’i o ışıklar saçan aydınlık gülüşü ve yorulmaz kişiliği ile bir sosyoloji öğrencisi olarak tanıdım ilk kez, ama İstanbul Tabip Odası’nın da avukatlığını yapmış bir hak savunucusu babası, hepimizin Alp Ağabeysi Alp Selek ile yıllarca süren mücadele içinde her yan yana gelişimizde kızına olan güveniyle, kızının bu dünya üzerinde duruşuyla gururlanan bir babaya sahip olmasına da doğrudan tanıklık ettim.
Kız çocukları için nasıl da önemlidir babalar. Bilirim. Hele o babaların kızlarıyla gururlanmaları, ayrı bir birey olarak ayaklarının üzerinde duruşunu hem gururla ama en çok da saygıyla izlemeleri kız çocuklarının bu dünyaya ayaklarını sağlam basmalarını ve duruşlarını nasıl da besler. Her melanetin karşısına dikilebilmelerini, tüm zorluklarla başa çıkabilecek gücü kendilerinde bulabilmelerini ve asla umutsuzluğa yenik düşmemelerini önemli ölçüde babalarına borçludur kız çocukları. Freud’dan Lacan’a “babanın yasası”, ideal ego ile ego ideali gibi kavramları ne bu kısacık yazıda tartışmak olanaklı, ne de benim haddimdir. Gözlemlerimle okuduklarımın sentezi naçizane bir yorumdur benimki yalnızca. İdeal egonun Lacan tarafından, ayna evresi ile bağlantılı narsisistik bir yapılanma olarak tanımlanması ve ego idealinin otoriteyle ilişki içinde geliştirilen süper egoyla tanımlanması ve dinamik özelliği içinde “babanın yasası ( ya da yüklenen anlamıyla yasaklayıcılığı)” üzerinden kendini var etmesine ilişkin okuduklarım sevgili Pınar Selek’in duruşunda yansımasını buldu benim için. Kız çocuklarının otoriteyle ilk karşılaşmaları, ilk çatışmalarıdır babalar. O karşılaşmanın, çatışmanın kuralları sonrasında otoriteyle nasıl bir ilişki oluşturulacağının da temellerini atan temel etkenlerden birisi diye düşünüyorum kişisel olarak.
İlk otorite simgesi olarak baba kimliği ile Alp Selek’in, dünya görüşü ve duruşu ile varoluşunu bildiğimiz Alp Selek’ten farklı olmamasının önemli bir etkisi olsa gerek Pınar Selek’in antimilitarist ve insancıl duruşunda. Umudunu, “biraz yorulduk ama mücadelemiz sürecek” derken de gözlerinde taşımasında. Mücadelenin kiminle, nerede ve nasıl olması gerektiğini bilişinde.
Bir antimilitaristin bombayla imtihanından yola çıkılıp, 15 yıldır memleketin mahkemelerinin adaletle imtihanına tanıklık ediyoruz. Guildford dörtlüsü olarak anılan ve “Babam İçin” sinema filmine de konu olan İrlandalı ailenin öyküsüyle pek çok benzerlik taşıyan bir olaydı Mısır Çarşısı patlaması, o “pub”da patlayanın bomba olduğunun bilinmesi dışında. Birleşik Krallığın, adli bilimlerin sınırlılıklarını kabul ederek özür dilemesiyle sonlanan ama insanların 15 yıl cezaevinde kalması, cezaevinde ömürlerinin tükenmesini adli bilimlerin tarihi boyunca omuzlarında taşıyacağı bir yüke dönüştüren adaletsizliğin bir benzerinde ağırlaştırılmış müebbet nasıl da ağır bir yüktür. Bombadan kaynaklandığı dahi kesinleştirilememiş bir patlamada, antimilitarist bir Pınar Selek’ten bombacı yaratılmış olmasının ağırlığını o kararı verenler, o karara dayanak olan raporları hazırlayanlar taşıyabilecekler mi, bilemem. Bildiğim bir baba olarak Alp Selek’in kızıyla duyduğu gurura, sevgili Pınar’a olan saygısına bizlerin de ortak olduğudur, tanıklığımız kadar…
http://evrensel.net/news.php?id=47486