Sevgili Pınar Selek,
Size yapılanlar, “adaletsizlik”, “hukuksuzluk”, “kanunları hiçe sayma” gibi kavramlarla açıklanabilecek noktayı çoktan aştı.
Hâkim ve savcıların belirli bir kesiminin size yönelik tavrının, aslında düpedüz “nefret suçu” kapsamında ele alınması gereken patolojik bir saplantıya dönüştüğüne ben de birçokları gibi yıllardır tanığım.
Gerçi, sizin yaşadıklarınız bu türdeki ilk vaka değil, korkarım son da olmayacak. Çünkü bu ülkenin güvenlik ve adalet aygıtlarında yer alanlar, tehdit olarak algıladıkları kendi yurttaşlarından nefret etme ve bu “tehdit”i akla gelebilecek tüm yöntemleri acımasızca kullanarak yok etme zihniyetiyle eğitildiler.
Dün hedef başkasıydı, bugün siz, yarın herhangi birimiz…
Bu nefret zihniyeti ve buna eşlik eden nefret söylemiyle ciddi bir şekilde hesaplaşmadığımız sürece sizinkine benzer davaların sonu gelmeyecek.
İşin daha kötüsü, nefret söylemi bu ülkede günlük yaşantımızın ayrılmaz ve sıradan bir parçası haline geldi; bulaşmadığı kesim neredeyse kalmadı. Sorun ne yazık ki devlet aygıtıyla sınırlı değil.
İlk aşamada topun ağzında olanlar elbette zayıf halkalar, yani azınlıklar, dışlananlar ve ayrımcılığa uğrayanlar ya da onların durumlarına dikkat çeken sizin gibi bireylerdir. Ancak bu kanser bir toplumu sardığında, kimse sağ çıkmaz. Nefret, sonunda o söylemi üretenleri de boğar.
Size yönelik bu çok özel “cadı avı” er geç sona erecek elbette. Bu günler de geçecek. Ömrümüz yeterse, buna da tanık olacağız!
O zamana kadar, dayanışma duygularımızın direnme gücünüze güç katmasını diliyorum.
Gerçi, uzaktan da olsa tanık olmaktan mutlu olduğum bir şey daha var: siz, bu davanın tüm yaşantınızı ele geçirmesine izin vermeyecek güce de sahipsiniz. Sizde bu güç oldukça, “cadı avcıları” ne yapsalar boş!
Yiğit Bener