KABİNE REVİZYONU: Bakanların ağırlık taşıdıkları ülkelerde kabinede yapılan en küçük bir değişiklik bile haklı olarak büyük dalgalanmalara yol açar. Benim anlamadığım şu: Bizim gibi her şeyin başbakan tarafından belirlendiği bir ülkede mini kabine revizyonu neden bu denli devasa bir dalgalanma yaratıyor?
SİYASİ NEZAKET: Sadece bu hükümet zamanında değil, bundan önceki hükümetler döneminde de aynısı oluyordu: Bakanlar görevden alındıklarını ya da göreve geldiklerini televizyondan öğreniyorlardı. Bakanların görevden alındıklarını ya da göreve getirildiklerini televizyon haberlerinden işitmeleri doğru mudur? Neden gidene bir telefon, gelene bir telefon açılıp önceden bilgi verilmez? Bunu hiç anlayamıyorum.
İNGİLİZCE MERAKI: Çiçeği burnunda Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik’in Bükreş’teki Avrupa Parlamentosu toplantısında yaptığı İngilizce konuşma sanal âlemi kasıp kavuruyor. Ömer Çelik’in yetersiz İngilizce ile yaptığı konuşmayla kafa bulunuyor... Ben de diyorum ki: Ne gerek var? Neden ille de İngilizce konuşmaya çalışmak? Yap aslanlar gibi konuşmanı kendi dilinle, dinlesinler kulaklıklardan tercümeyi... Oh mis. Ne gerek var zorlamaya? Ne oluyor İngilizce konuşulunca? İşte bak: Başbakan Erdoğan İngilizce konuşamıyor ama var mı bu açıdan bir eksiği?
ÜNLÜYÜ TEŞHİR: Uyuşturucu operasyonu yapılmış. Bazı ünlüler gözaltına alınmış. Dizi oyuncuları, mankenler, şarkıcılar falan... Uygulama şöyle: Gözaltı sürecinde polisin gözetimindeki ünlüler, kameraların önünden geçirilerek götürülüyorlar sağlık kontrolüne falan... Teşhirin dikâlası değil midir bu? Ne gerek var böyle bir teşhire?
CHP’YE YANDAŞ BAKIŞI: CHP’nin bir kanadı ulusalcı... Bir kanadı ise farklı düşünüyor... Bakıyoruz hükümet destekçisi yayın organlarına... Sanki böyle bir ayrım yokmuş gibi, alıyorlar ulusalcı kanadın yaklaşımlarını ele ve başlıyorlar “bu CHP adam olmaz” diye analizler yapmaya... Parti içi iki farklı eğilim konusuna girmeye hiç gerek duymuyorlar.
PINAR SELEK: Sivas davası zamanaşımına uğruyor, Uğur Mumcu davasından elde bir şey kalmıyor, Hrant davası hemen bitiriliyor... Fakat her ne hikmetse Pınar Selek davası bir türlü bitmiyor: Beraat kararları ve bozmalarla ilerleyen davada barometre, en son yine mahkûmiyeti gösterdi... Sonuç? Şudur: Üç beraat kararı var elde, bir de müebbet... Sanırım bir tek ‘adalet’ yok.
TÜRBANLI AVUKAT: Danıştay karar verdi: Avukatlar başörtüsüyle avukatlık yapabilecekler. Bu zamana kadar “Ne yapalım, kurallar böyle” diyen baro başkanları açısından artık bir mazeret kalmadı yani... Çünkü kurallar artık öyle değil...
SOLCU AVUKAT: Başörtüsüyle avukatlık yapmanın serbest olduğu bu günlerde solcu avukatlara yönelik muameleye de odaklanmak lazım... DHKP-C operasyonu çerçevesinde avukatların hak ve hukuklarının nasıl çiğnendiğini hep birlikte gözlemledik. Bizde âdet böyledir zaten: Bir taraf yapılırken, öbür taraf tarumar edilir.
AYGÜN VE GÜLER: CHP’de bir tarafta Hüseyin Aygün, bir tarafta Birgül Ayman Güler yok... Daha doğrusu cepheleşme böyle tezahür etmiyor. Cepheleşmenin bir tarafında ‘Yeni CHP’ fikrini savunanlar var, bir tarafında ise ulusalcılar. Hüseyin Aygün her ne kadar ‘Yeni CHP’ kanadından ise de daha bireysel, daha kendine özgü, daha farklı bir isim... Birgül Ayman Güler ise tipik bir ulusalcı... Ulusalcı gruba mensup isimlerden...
Özkök’e asansörde öpüşme dersleri
İranlı tutucu bir bakan, asansörde bir kadını öptü.
Ertuğrul Özkök, bu olayı “İşte özgürlük bu, işte totaliter rejimin çöküşü, işte liberalliğin zaferi” diye selamladı.
Ben de “o iş öyle değil” dedim.
“O iş öyle değil” dedim ama bakıyorum ki Ertuğrul Özkök’e ne demek istediğimi hiç mi hiç anlatamamışım.
Bir kez daha deniyorum.
*
Bakın Ertuğrul Bey...
Yetkili bir adam...
Bir yandan kız çocuklarının matematik ve fen dersleri almalarına karşı çıkacak denli aşırı dindar görünüyor, bir yandan da kimsenin görmediği alanlarda dindarların kaçınması gereken davranışlarda bulunuyorsa...
Oradan özgürlük çıkmaz, ikiyüzlülük çıkar.
*
Ben “dindarların şehvet duygusu yoktur” demiyorum.
Dediğim şu: Kamu önünde kız çocuklarının bazı dersleri almaması gerektiğini din adına savunacak denli aşırı dindarlık iddiasındaki bir adam, kimsenin görmediği bir yerde o iddiasıyla çelişen tutum sergilemez, sergilememelidir.
Kamu önünde katı bir dindarmış gibi gözüken bir yetkilinin, özel alanında da katı bir dindar gibi davranması gerekir.
Aksi takdirde ‘riyakârlık’ devreye girer.
*
‘Asansörde öpüşme’ olayı, İran tipi otoriter rejimlerin nasıl bir ikiyüzlülük içinde olduğunu ortaya koyuyor.
Sen ‘Bakan’ olarak toplumu bir cendereye sokacaksın, her türlü özgürlüğü kısıtlayacaksın, herkesin gözü önünde namus bekçiliği yapacaksın...
Ama kimsenin görmediği yerde kafana göre takılacaksın.
Otoriter rejimlerin ikiyüzlülüğünü bundan daha iyi hangi örnek açıklayabilir?
*
Bakın Ertuğrul Bey...
Diyelim ki...
İran’ın bütün bakanları, bütün mollaları, bütün genel müdürleri, İran’ın bütün asansörlerinde kadınlarla öpüşmüş olsunlar.
Buradan yine ‘özgürlük, liberalizm’ falan çıkmaz.
Sadece ve sadece kapsamı büyümüş bir riyakârlık çıkar.
Bu sefer okey mi Ertuğrul Bey?
Artık sevmiyorum
- Araba kullanmasını...
- Geceleri çıkmasını...
- “Hülya gözlerine inanamadı” başlıklı videoları...
- Adnan Hoca ve müritlerinin ‘maşallah inşallah’ demeleriyle dalga geçmeyi...
- Hafta sonu yakın yerlere gitmeyi...
- Aynı şarkıyı üst üste dinlemeyi...
- İtalyan mutfağını...
- Nişantaşı’nı...
- Romanların filmlere uyarlanmasını...
- Aşk şiirlerini...
İdris Naim için şiir
Hava keskin bir biber gazı kokusuyla dolar,
Havalanırdı, eylemciler daha toplanmadan coplar.
Çok üzüldük gidişine takla atamayacak kadar...
Angelina’ya bakışınla, Hekimoğlu’nu çığırışınla...
Ne tuhaf bakanımızdın sen İdris Naim Bey.
Tazyikli suyun buz gibi, biber gazın organikti...
Demeçlerin felsefik, bıyıkların sempatikti...
Üç kilometre ötelerden tanırdır teröristi...
Ağıtlar yakıyor gittin diye taklacı güvercinler...
Ne acayip bakanımızdın sen İdris Naim Bey...
Yolun sonu görünmüyor
- Ahmet Türk ağır konuşunca Başbakan tarafından vetolanmış.
- Selahattin Demirtaş’ı Öcalan’ın istemediği söyleniyor.
- Ayla Akat çok tepki aldığı için “eşbaşkanlar gitsin” diyormuş.
- Adalet Bakanlığı Gültan Kışanak ve Aysel Tuğluk için olmaz diyormuş.
Kısacası...
Taraflar, henüz “İmralı’ya kim gidecek” meselesini çözebilmiş değil.
*
http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=22453765
Daha işin başında...
“İmralı’ya kim gitsin” gibi kıytırık bir soruna bile...
Doğru dürüst çözüm üretemeyenlerin, bin dereden su getirip bin dereden su götürenlerin, 30 yıllık karmaşık, kadim ve çetrefilli bir meseleyi çözebileceklerine gerçekten inanalım mı?