Melis TANTAN, Diren Cevahir ŞEN
Nor Radyo
Yaşadığı hukuk trajedisi peşini bırakmayan, ülkesinden uzaklarda yaşamak zorunda kalan ama yalnız bırakmayacağımız sosyolog Pınar Selek ile 24 Ocak’ta görülecek duruşması öncesinde birlikteydik. Nor Radyo Anuşabur programında konuğumuz olan Pınar Selek; dava süreci, ruh hali, kadınlık halleri, kadına yönelik şiddet ve örgütlü kadın hareketine ilişkin sohbetiyle umudumuzu daha da tazeledi. Programda öne çıkan konuları ve Selek’in söylediklerini sizler için özetledik.
15 yıla yakın zamandır süren davanın bir sonraki duruşması öncesinde moralini hâlâ yüksek tuttuğunu hissettiğimiz Pınar Selek, program boyunca bizlere, güçlü bir kadın olmanın nasıl olacağını bir kez daha gösterdi. Her fırsatta Türkiye’de olmak istediğini söyleyen Selek, “Nasılsın?” sorusuna kolay yanıt veremediğini şu sözleriyle dile getirdi:
“Nasılsın sorusuna yanıt vermek kolay değil. Öncelikle şunu söyleyeyim; çok zorlanıyorum, günler kolay geçmiyor. Ama bir yandan da iyiyim. Benim için şu an 24 Ocak tarihi çok önemli. Bunca yıl mücadele verdik. Çok korkunç bir şey yaşanıyor. Boynumu uzatıp cellatların eline vermek istemiyorum, kurban olmak istemiyorum. O yüzden de elimden geldiği kadar direnmeye çalışıyorum. Daha önce de söylemiştim; ben, onların çevirdiği bu filmde oynamak istemiyorum. Hayatımın senaryosunu kendim yazmak istiyorum.”
“Kalbimin yarısı ağlıyor, ama mutluyum”
Selek, Türkiye’den uzak kalışını “Burada da çok çalışıyorum, sürekli koşturuyorum ama kalbimin yarısı ağlıyor. Mutsuz muyum? Hayır, mutluyum” diyerek anlattı. Acı çekmenin mutlulukla birlikte insana özgü bir şey olduğunu annesinin ölümüyle daha iyi anladığını söyledi.
“Annem öldüğünde çok acı çekmiştim. Sonra anladım ki çektiğim bu acı kötü bir acı değil. Eğer sevdiğin bir insanı kaybediyorsan, tabii ki de acı çekeceksin. O zaman dedim ki ‘Bu kadın hayatımdan gittikten sonra ben acı çekmeyeceğim de kim çekecek?’. Her tarafa fotoğraflarını yapıştırdım ve ‘Onu seviyorum ama acı da çekeceğim’ dedim. Hem kendinizi, hem de insanları sevince ve sevilince mutlu oluyorsunuz ama bu acıyı engellemiyor tabii.”
Sevgi sözcüklerinin birleştirdiği bir direniş
Selek, yargılanmasının ardından pekişen feminist gruplarla birlikteliğini ve 15 yıla yakın zamandır devam eden dava süresince gerçekleşen dayanışmayla ilgili olarak şunları söyledi:
“Geçen günlerde Angelina Davis’le tanıştım. Onun da başına benzer şeyler gelmiş ve bir dönem Avrupa’da yaşamış. Tabii o örgütlü bir kadın… Ben tek başına bir kadınım. Çevremde feminist örgütler, LGBT örgütleri var ama küçük ve dağınık… Daha çok bireyler var. Mesela mahkemeye gidenler ‘sevgi kazanacak’ diye mesaj atıyorlar. Yani bu direniş sadece politik söylemlerle de olmuyor. Sürecin en başından beri, yani cezaevinde olduğumdan beri feminist hareket, ilk başta Duygu Asena, Ayşe Özkan gibi isimler ve daha birçokları destek oldu. Serbest kaldıktan sonra ben de feminist hareket içerisinde daha aktif rol aldım. Feminist hareket, içinde her türlü rengi barındırıyor ama tüm bu farklılığına rağmen hepsi devamlı yanımdaydılar. Öncelikle beni sarmalayan feminist kadınlardı ve bununla birlikte eşcinsel hareketti. Amargi, yurtdışına ilk çıktığımda feminist gruplara ‘Pınar’ı yalnız bırakmayın’ çağrısı yaptı ve dünyanın dört bir yanından kadınlar bana ulaştı, müthiş bir dayanışma başladı. Feminist hareketin başından beri yanımda bu kadar sağlam durması diğer kadınları da etkiledi.”
“Direnmeye devam etmem kadınlara güç veriyor”
“Bu sürecin en kötü tarafı medyatik olmam” diyen Selek, özgürlük zeminini ortadan kaldıran bu durumun olumlu yönlerinin ise kadınların kendisini ve verdiği mücadeleyi tanıması olduğunu söyledi.
“Bu kadar medyatik olmak korkunç bir şey. Çünkü insanın özgürlük zeminini ortadan kaldırıyor. Siz olmaktan çıkıyorsunuz, bir imaja, bir sembole dönüşüyorsunuz. Ama bunun iyi bir yanı da oldu; insanlar bu süreçte beni daha iyi tanıdılar ve herkes bende bir yanını buldu. Bu kadar uzun süre direnmem ve dilimin acılaşmaması da insanları etkiledi. ‘Bir kadın başka bir kadını sevmez’ derler. Ezilen psikolojisi açısından bakarsanız, bir yandan da böyle bir şey vardır. Ama biz birbirimizi çok da sevebiliriz, yüreğimiz çok geniş. Galiba böyle de bir sevgi gelişti. Kadınlar benim yerime kendilerini koydular. Direnmeye devam etmem de pek çok kadına güç veriyor. Ben erkek bir yapıyla karşı karşıya olduğumu düşünüyorum ve özgürlüğe tutkulu bir kadın olduğum için bu süreç bu kadar uzun sürdü. Bu süreçte, özgürlük arayışımı devam ettirmem de kadınlara iyi geldi.”
Türkiye feminist hareketi Avrupa’dakinden daha örgütlü
Feminist ve eşcinsel hareketin büyük bir dinamizmi olduğunu söyleyen Selek, bu hareketlerin hem kendi içlerinde, hem de sistem dolayısıyla karşılaştıkları sorunların doğal olduğunu ifade etti. Selek Türkiye’deki feminist hareket ile Avrupa’daki hareketi şöyle kıyasladı:
“Türkiye’de feminist tartışmanın, analizin ve söylemin geldiği düzey Avrupa’dakinden çok daha ilerde. Feminist teori dergileri Avrupa’da 100 tane bile satmıyor. Biliyorsunuz ki burada korkunç skandallar da yaşandı, çok sayıda taciz ve tecavüz olayları. Türkiye’de faklı olan şey feminist hareketin, LGBT hareketinin ve diğer yeni sosyal hareketlerin birbiriyle konuşması. Bütün kopukluklarımıza ve yaşadığımız sıkıntılara rağmen bu konuda Avrupa’nın çok daha ilerisindeyiz. Mesela burada geyler ve lezbiyenler ayrı ayrı örgütleniyor. Feminist hareketin eşcinsel hareketle hiçbir bağlantısı yok. Biz her şeyi çok hızlı örgütlüyoruz, buradakiler şaşırıyor. Tabi burada bir doygunluk da var. Genel olarak toplumsal hareketler zayıf. Burada ‘Biz kurtulduk, asıl sorun yaşayan göçmen kadınlar, uzaktaki kadınlar.’ gözüyle bakılıyor.”
“Bizim topraklarımızda bir arayış var”
Selek, Türkiye’deki sosyal hareketlere dair şu değerlendirmeleri yaptı:
“Üç günde dünyayı değiştiremeyeceğimizi öğrendim. Ama bizim topraklarımızda bir arayış var ve bu arayış iyi bir şey. Aşağı yukarı üç buçuk senedir Türkiye’de değilim ama tanımadığım bir sürü kadınla karşılaştım. Artık yeni bir kuşak var. Benim tanımadığım, birlikte yürümediğim insanlar beni tanıyor. Yepyeni tartışmalar akıyor. Ben besleniyorum. Mahkememde lisemden arkadaşlar varmış, lise öğrencileri yani. Onları hiç tanımıyordum. Daha sonra onlarla diyalog kurduk. Bu kesişmelerin yaşadığımız bütün acılara rağmen bize yeni kapılar açtığını düşünüyorum. Sadece bir ülke içindeki farklı grupların kesişmesi değil, farklı ülkeler arasındaki kesişmeler de her ülkeye ayrı bir dinamizm katıyor.”
Türkiye’de özgürlük adına bir şey geliştirmek…
Selek, “Şimdiki Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Türkiye’de bir savaş var. Erkek egemen yapı, savaş sürdüğü sürece bu militer yapıdan beslenecek. Ölümlerin olduğu bir ülkede özgürlük adına bir şeyler geliştirmek çok zor. O yüzden, çeşitli mücadelelerinin birbiriyle ilişkili olması gerektiğini düşüyorum. Çünkü savaş ve milliyetçi söylemler devam ettiği sürece en fazla etkilenenler ezilen kesimler olacaktır.”
“Sadece Türkiye değil, tüm dünya muhafazakârlaşıyor”
“Muhafazakârlaşmanın sadece Türkiye ile ilgili olduğunu düşünmüyorum. Tüm dünyada gelişen yeni bir muhafazakârlık var. Mesela Berlusconi kadınlara tecavüz etmesini ‘Ben erkeğim’ diyerek savunuyor, Sarkozy de farklı değildi, bir sürü ünlü politikacı da böyle. Hem güçlü, hem beyaz olanlar eskisine göre daha çok rahatladı. Bu yeni muhafazakârlığın Türkiye versiyonu; kadın politikasından çıkıp aile politikası yapmaya çalışan, kürtajı gündeme getiren vs. bir sistem. Dolayısıyla yeni muhafazakârlık hem dünyada, hem Türkiye’de çok boyutlu olarak gelişiyor. Ama buna karşı olarak kadınların verdiği özgürlük mücadelesinin de geliştiğini düşünüyorum.
“Şiddetin görünürlüğü arttı”
“Kadına yönelik şiddet her zaman vardı. Geçmişe oranla bir artış yok. Eskiden biz bilmiyorduk, medyada bu kadar görünür değildi. Ve de kadınlar bu kadar örgütlü değillerdi. Şunu söylemek gerekir; feminist hareket -bir sürü sorununa rağmen- ile ilgili yapılan çalışmalar sayesinde, Türkiye’nin dört bir yerinde örgütlü ve feminist avukatlar var.”
Terk eden kadınlar şiddete uğruyor
“Kadına yönelik şiddette ‘Neden?’ istatistikleri var. Kadınlar, eskiden camdan baktığı, kapıdan çıktığı, şu ya da bu yüzden öldürülüyordu. Şimdiyse terk eden veya terk etmek üzere olan kadınlar da şiddete uğruyor. Yani şiddetin nedenleri arasında bu da ön plana çıktı. Kadınların örgütlenmesi, karşı şiddeti arttırırken görünürlüğü de arttırıyor. Hatta önümüzdeki dönem büyük kapışmalara neden olacak. Çünkü feminist hareket bazı yasa ve paradigmaları değiştirdi, pek çok alanda kurumlar yarattı. Bu dönem feminist hareketin daha güçlenmesi gereken bir dönem olacak.”
Mahkemeler mücadelenin temel alanı
Tecavüz davaları başta olmak üzere, kendi davası ve diğer politik davalardan da yola çıkarak, Türkiye’nin hukuk sistemine ilişkin neler düşündüğünü sorduğumuz Selek şöyle yanıt verdi:
“Yıllar önce gey olduğu için öldürülen gazeteci Baki Koşar’ın davasını takip ediyordum. Katilin ifadesinde ‘Ben onu pasif sanıyordum, aktif çıktı, haklı tahrik var!’ demesinin ardından, hâkimin cinayeti yok sayıp, haklı tahrik var mı, yok mu diye arkadaşlarına ‘Biliyor musunuz, aktif miydi?’ sorusunu yönelttiğine tanık olmuştum. Dolayısıyla hukuk sisteminin bu garabeti yeni değil. 12 Eylül’den bu yana olanları çok iyi biliyoruz. Hukuk devleti dediğiniz de hukuk devleti değil. Doğrudan doğruya faşist, erkek egemen, otoriter ve milliyetçi yasaların bizi ezmesi. Bu yüzden benim davam, gazetecilerin davası vb. davalar yok sadece, özel hayattaki şiddete dair davalar da var. Şu anda Türkiye’deki özgürlük ve demokrasi mücadelesinin temel alanlarının mahkemeler olduğunu düşünüyorum. Mahkemelerde erkek egemen, heteroseksist ve milliyetçi bir ittifakla karşı karşıyayız. Bu yapı, bütün özgürlük mücadelelerinin karşısına çıkan en güçlü yapı. Devletle değil, herhangi bir tecavüzcüyle bile karşı karşıya gelsen, karşına sadece polis değil, bu yapı çıkıyor. Mahkemelerin bir demokrasi mücadelesi alanı haline gelmesinden dolayı avukatların üzerindeki yük de daha çok arttı.”
“Bir güzellik yaratalım”
İyimserlik denince ilk akla gelenlerden olan Candide’nin hikâyesinden çok etkilendiğini söyleyen Pınar Selek, iyimserlik ve kötümserliğe dair şunları söyledi:
“İyimserliği ve kötümserliği bir kenara atalım, herkes bir güzellik yaratsın, o güzellikler birbirini büyütür. Hikâyede olduğu gibi, illa bir kapalı bahçede olması gerekmiyor, hayatın içinde de olabilir. İyimserlik-kötümserlik tartışmaları olunca ben hep diyorum ki; ‘Çiçekleri, yani insanları sulayayım, ben bir şey yapayım da ne olursa olsun, sonra o büyür’. Her şeyi düzeltemesek bile bu dünyada iyi şeyler de yapmış oluruz böylelikle.”
“Bu davayı kazanmamız lazım”
24 Ocak’ta görülecek olan davası için “Artık bu son olsun ve gerçek bir beraatla sonuçlansın” çağrımıza Pınar Selek’in şunları ekledi:
“Bu davayı kazanmamız lazım. O dönem beni de kurban seçtiler ve bir taşla iki kuş vurmak istediler. O dönem hedef sadece ben değildim, hedef milliyetçiliği yükseltmek, toplumda düşmanlık havasını geliştirmekti. Komplonun nedeni de buydu. Aynı dönemde gazeteciler de andıçlanmıştı. Onunla hesaplaşmak istemiyorlar, bu pisliklerin açığa çıkmasını istemiyorlardı ya da şöyle diyebiliriz: ‘O güç direniyor’. Bunu bir sembolik savaş olarak görüyorlar ve kazanmak istiyorlar. Bunun sadece bana değil herkese zarar vereceğini düşünüyorum. Ben davaya gelemiyorum. Ama ben orada olmasam da büyük bir kalabalık olacağına inanıyorum.”
http://www.norzartonk.org/2013/01/22/pinar-selek-bir-guzellik-yaratip-onu-yasatmaya-calisalim/