Pınar Selek'in avukatları, reddi hakim taleplerini yasaya ve usule aykırı biçimde reddeden İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi heyetinin kararına karşı itirazda bulundu. İtiraz dilekçesinde, 22 Kasım 2012 günlü duruşmada, daha önce Pınar Selek hakkında verilen beraat kararında direnilmesi kararını, yasaya ve Yargıtay Genel Kurul kararlarına aykırı biçimde geri alan mahkeme heyetinin objektifliğini yitirdiği somut örneklerle tarif edildi. Avukatlar, objektifliğini yitirdiği açık olan mahkeme heyetinin davadan el çekmelerini bir kez daha talep ettiler. İtiraz dilekçesinin tam metnini yayınlıyoruz.
Dosya No:2010/273
Yetkili Ağır Ceza Mahkemesine
Gönderilmek Üzere
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ne,
“CMK.nun 271/1 maddesine göre sözlü açıklamada bulunmak üzere dinlenilme taleplidir.”
İtiraz Eden : Pınar Selek
Müdafi : Dilekçe altında adı – soyadı ve imzası bulunan
avukatlar
Konu : İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/1198 D.
İş sayılı ve 07.12.2012 günlü; İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2012/914 Değişik İş sayılı ve 11.12.2012 günlü, hakimin reddi talebimizin REDDİNE dair kararına karşı İTİRAZ yasa yoluna başvurumuzdur.
Açıklamalarımız ve
İtiraz Nedenlerimiz :
1. Yaklaşık 14,5 yıldır sürmekte olan kamu davasında, tarafsızlığından şüpheye düştüğümüz için 29.11.2012 havale tarihli dilekçemizle hakimlerin reddi talebinde bulunmuştuk.
2. Ret talebimizle ilgili olarak mahkemece uygulanan yasal prosedürü ve alınan kararları 13.12.2012 günü yapılan oturumda öğrendik. Bu oturumda, talebimizin reddine dair karara karşı itiraz yasa yoluna başvuracağımızı beyan ettik.
3. Bu dilekçemiz ile talebimizin reddine dair yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararlara karşı CMK.nun 28, 31/3, 267, 268 ve 271 maddeleri uyarınca itirazımızı, itiraz gerekçelerimizi ve taleplerimizi sunmaktayız.
4. Reddi hakim talebimizi dayandırdığımız olaylar ve olgular 29.11.2012 tarihli dilekçemizde ayrıntılı olarak anlatılmıştır. O dilekçemizde, reddini talep ettiğimiz sayın hâkimlerin hangi iş ve işlemleri ile tarafsızlığından şüpheye düşmemize neden oldukları belirtilmiştir. Bu bakımdan, itirazımız değerlendirilirken, 29.11.2012 havale tarihli dilekçemizin okunmasını talep ediyor ve de umuyoruz.
5. Reddini talep ettiğimiz hâkimlerin, tarafsızlığından şüpheye düşmemize neden olan iş ve işlemler özet olarak şu şekilde açıklanmıştır:
a) Mahkemenin 09.02.2011 tarihli oturumunda, müvekkilimiz hakkında BERAAT kararında DİRENİLMESİNE karar verilmiş ve bu karar Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmişken; 22.11.2012 tarihli oturuma çıkan (iki üyesi değişmiş) heyette yer alan hakimlerin yasaya ve yerleşik içtihadi hukuka aykırı olarak nihai karar niteliğindeki bu direnme kararından dönerek, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozmasına UYMA kararı vermeleri,
b) Bu kararın gerekçesi olarak,
i) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, özel daire bozma kararına karşı yaptığı itirazın Ceza Genel Kurulu’nca reddine karar verildiğinden bahisle “Direnme Kararının usule aykırı olduğu”nun,
ii) Direnme kararının bir ara kararı olduğunun,
belirtilmiş olması,
c) Duruşma oturumu öncesi, oturum açılmadan verilmiş ve önceden duruşma tutanağına yazılmış bir kararın sanki oturum esnasında verilmiş gibi tutanağa geçirilmesi suretiyle, duruşma tutanağının gerçeği aksettirmemesine neden olunması,
d) 14,5 yıldır sürmekte olan, epeyce hacimli bir dava dosyasına ilk kez muttali olan bir geçici başkan ile oluşturulan heyetin; hiç görmedikleri, dinlemedikleri tanık beyanlarına ve binlerce sayfalık bilgi- belge – teknik bilirkişi raporlarına karşın, şimdiye kadar hiç yüzyüze gelmedikleri sanıklar hakkında, zaman itibariyle ve eşyanın tabiatı gereği bilmeleri, vakıf olmaları mümkün olmayan bir dava hakkında, davanın kaderini belirleyen bir karar vermeleri,
e) Davanın başlangıcından bu yana mahkeme başkanlığını yürüten, sanıklar ve tanıklarla yüzyüzelik, doğrudan doğruyalık, sözlülük ilkeleri uyarınca yargılamayı yürütmüş tek hâkimin sağlık nedeniyle raporlu olduğu bir zamanlamaya dikkat edilerek, onun yokluğundaki bir oturumda ve onun görüşünün tersine olarak davanın esası hakkında bir karar oluşturulması;
f) 14,5 yıllık süreçte gerçekleşen 46 duruşma oturumunun tarihlerinin, iş yoğunluğu nedeniyle 2,5 ay ile 4 ay arasında bir zaman dilimi olarak belirlenmiş olmasına karşın, bu defa ilk olarak 21 gün gibi kısa bir zaman sonrasına ertelenmiş olması, böylece nihai hüküm verilecek yeni oturumun, mahkemenin esas başkanının rapor süresinin bitmesinden birkaç gün öncesine denk getirilmesi,
6. Ret talebimizden sonra dahi, reddedilen hakimler tarafından yapılan uygulama ve alınan yeni kararlar, ret talebinde ne kadar haklı olduğumuzu göstermiş; reddettiğimiz hâkimlerin tamamen tarafsızlıklarını yitirdiğini apaçık ortaya koymuştur. Şöyle ki;
a) Bilindiği gibi hâkimin reddi talebi halinde, CMK.na göre iki farklı usul öngörülmüştür.
Birinci usul, CMK.nun 27/1. maddesinde düzenlenen usuldür. Bu durumda, reddi istenen hakimin müzakereye katılamayacağı belirtilmiştir. Onun yokluğunda mahkeme heyetinin teşekkül edememesi halinde, numara olarak kendisini izleyen ağır ceza mahkemesinin karar vereceği yazılıdır. CMK.nun 28. maddesinde, ret talebi hakkında verilecek kabul kararının kesin olduğu, talebin reddi yönündeki karara karşı ise itiraz yoluna başvurulabileceği yer almıştır. CMK.nun 29.uncu maddesinde de, reddi istenen hâkimin neleri yapabilip, neleri yapamayacağı açıklanmıştır. Buna göre, reddi istenen hâkim, yalnızca gecikmesinde sakınca olan işlemleri yapabilecektir. Ret talebi konusunda (kesin) bir karar verilmeden, reddedilen hâkim tarafından veya onun katılımıyla bir sonraki oturuma başlanamayacaktır. CMK.nun 27, 28 ve 29.uncu maddeleri, ret talebi konusunda bu derece açık ve emredici bir usul düzenlemesi yapmaktadır.
İkinci usul ise, daha istisnai niteliktedir. CMK.nun 31. inci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, maddede üç bent halinde sınırlı olarak sayılan nedenlerden birinin varlığı halinde, reddi talep edilen hâkim(ler)in katılımıyla, mahkemenin kendisi ret talebini geri çevirebilecektir. Maddenin ikinci fıkrasında, bu geri çevirme kararına karşı da itiraz yoluna başvurulabileceği açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi, bir ret talebinin varlığı halinde, mahkemece yapılacak değerlendirmeye göre, CMK 27 - 29.uncu maddeler uyarınca ya birinci usul izlenecektir ya da CMK.nun 31. inci maddesi uyarınca ikinci usul izlenecektir. CMK bu hususu açık ve emredici olarak düzenlemektedir.
b) Peki, reddini talep ettiğimiz hâkimler tarafından hangi usul izlenmiştir? Kanunun hangi maddelerine dayalı işlem yapılmıştır?
Ret talebinde bulunduğumuz hâkimler, CMK.unda öngörülmeyen üçüncü bir usul, yeni bir ret prosedürü icat etmişlerdir.
Kanunun emredici hükümlerini bir yana bırakarak, kendileri bir nevi karma bir yeni usul uygulamışlardır.
Gerçekten de, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2012/1198 Değişik İş sayılı ve 7/12/2012 günlü 6 sayfalık gerekçeli kararı okunduğunda, bizzat REDDİ TALEP EDİLEN HÂKİMLER TARAFINDAN KARAR VERİLDİĞİ, talebin CMK.nun hem 27/1 ve hem de 31/2 maddesine göre REDDEDİLDİĞİ görülmektedir.
Bununla da yetinilmediği, kendilerinin verdiği talebin REDDİNE dair kararın, sanki bizim tarafımızdan yapılmış bir itiraz başvurusu varmışcasına, kendiliğinden 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, bunun üzerine 13. Ağır Ceza Mahkemesinin de, CMK.nun 28. maddesine (itiraz yasa yolu) göre inceleme yaptığı ve aynı madde uyarınca itirazın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır.
Belirtmek gerekir ki, hangi saikle yapıldığını ve hangi nedenden kaynaklandığını bilemediğimiz bir hukuk skandalı ile karşı karşıyayız. Görünen o ki, ret talebimizi dayandırdığımız nedenlerden birisi olan, mahkemenin asıl başkanının yokluğunda reddi talep edilen heyetle davayı alelacele karara bağlamak için yeni bir usul icat edilmiştir.
Kanun hükümlerine aykırı bir uygulama yapılmış olmasının yanı sıra, bizim adımıza ve bilgimiz dışında, bizzat reddedilen hâkimlerce, ortada bir itiraz beyanımız ve başvurumuz olmadığı halde, sanki itiraz yasa yoluna başvurulmuş gibi işlem yapılarak verilen karar, kendiliğinden 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Bu mahkeme de, bizim bir itirazımızın olup olmadığına bakmaksızın, itiraz varmış gibi CMK 28. inci maddeye göre karar oluşturmuştur. Sanki itiraz yasa yolunun da tamamlandığı ve reddin kabul edilmediğine dair kararın da kesinleştiği sonucunu yaratmak gayret ve ısrarı dikkat çekicidir. Buradaki amaç, ret prosedürünü bir an önce tamamlayarak çok kısa bir süre sonraya bırakılan yeni oturumda, reddi istenen hâkimler tarafından nihai kararın verilmesidir kanaatindeyiz.
Kısaca belirtmek gerekirse, reddini talep ettiğimiz hâkimlerin ret prosedüründe yaptığı, yukarıda açıklanan kanuna açıkça aykırı iş ve işlemler, artık tarafsızlıklarını tümüyle ve tartışmasız olarak yitirdiklerinin açık yeni bir kanıtı olmuştur.
c) Ret talebinden sonra ortaya çıkan ve tarafsızlığın tümüyle yitirildiğini gösteren bir başka olgu da şudur:
22.11.2012 tarihli oturumda verilen beraat kararında direnilmesine dair karardan sarfınazar edilmesinin gerekçesi, yukarıda da belirtildiği gibi, başsavcılığın itirazı üzerine konunun Ceza Genel Kurulu’nda görüşülerek karara bağlandığı ve başsavcılığın itirazının genel kurulca reddedildiği, bu nedenle “direnme kararının usule aykırı olduğu” idi.
Bunun üzerine, gerek yasanın açık hükmü (CMK 307/3), gerekse bu konuda daha önce Ceza Genel Kurulu’nda hukuksal sorunun ayrıntılı bir şekilde irdelenerek, bu tür durumlarda direnme hakkının bulunduğu yönündeki içtihatlar tarafımızdan mahkeme heyetine sunulmuştur.
Mahkemenin 7/12/2012 tarihli ve 2012/1198 D. İş sayılı, reddi hakim talebimizin reddine dair kararında ise, bu kez “direnme kararının usule aykırılığı” tezinin tam tersi gerekçe olarak kullanılmaktadır.
Yani mahkeme, direnme kararı verilebileceğine dair bir talebimizi reddederken usulen direnme hakkı ve yetkisi olmadığını söylemekte; buna karşın hakimin reddine dair talebimizi reddederken ise, usulen direnme hakkı ve yetkisi olduğunu söylemektedir.
22.11.2012 tarihli oturum tutanağında “direnme kararının usule aykırı olduğu”nu gerekçe olarak belirten aynı mahkeme heyeti, 7/12/2012 tarihli kararında ise gerekçe olarak şunları yazmaktadır:
“ Mahkememizin her ne kadar Yargıtay bozma ilamına karşı hukuken direnme hakkı bulunmakla birlikte, yukarıdan beri özetlenen durumdan da anlaşılacağı üzere, usulüne uygun bir direnme kararı verilmediği, yalnızca direnme kararı verileceğine dair ara kararı kurulduğu anlaşılmıştır.” (Bkz. Karar s.4 par. Son)
Acaba, gerçekten usulüne uygun bir direnme kararı verilmeyip, yalnızca direnme kararı verileceğine dair bir ara kararı mı verilmiştir?
9/2/2011 tarihli oturum tutanağının 1/a bendindeki kararda aynen şu ifade yer almaktadır:
“ Bu nedenle (…) sanıklar Pınar SELEK ve Abdülmecit ÖZTÜRK haklarında verilen beraat yönündeki kararında DİRENİLMESİNE”
Bu ifadeden, direnme kararı verilmediği; yalnızca direnme kararı verileceğine dair bir ara kararı verildiği anlamını çıkarmak mümkün müdür?
C. Savcısının, bu direnme kararı üzerine ertesi gün (10/2/2011) havale tarihli ve bizzat mahkemece 2011/22 temyiz no’su verilen “direnme kararının temyizine dair dilekçesi” de mi sahte ya da yok hükmündedir?
Yine, 7/12/2012 tarihli ret talebinin reddine dair kararda yer verilen;
“ Her ne kadar Mahkememizin Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma ilamına karşı şeklen direnme hakkı bulunsa da, Yargıtay C. Başsavcılığı’nın aynı konuya ilişkin itirazı üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından inceleme ve değerlendirme yapılarak daire kararının doğru olduğundan bahisle itirazın reddine karar vermekle, münhasıran bu konudaki değerlendirme ve görüşünü açıkladığından aynı konuya ilişkin yeniden bir inceleme ve değerlendirme yaparak ilk kararının aksine bir karar vermeyeceği, bu konuda mahkememizce başvurulması halinde bile, direnme kararının reddine karar verileceği yerleşik Yargıtay Ceza Genel Kurulu içtihatlarından anlaşılmaktadır. Kaldı ki, mahkememizin direnme hususunda verdiği ve dosyadan el çekmeyi gerektiren bir kararı da bulunmamaktadır.” (Bkz. Karar s.5, par. 3)
Kararın bu bölümü, müvekkilimiz hakkında verilecek hükme ve izlenecek yönteme dair ipucu vermektedir. İlk tespit olarak mahkeme, direnme hak ve yetkisinin olmadığı, direnme kararının usule aykırı olduğu görüşünden vazgeçmiş ve “her ne kadar mahkememizin direnme hakkı bulunsa da” diyerek bu hususu belirtmiştir.
İkinci tespit olarak, direnme hakkını kullanması halinde Ceza Genel Kurulu’nun, Yargıtay C. Başsavcılığının itirazı üzerine verdiği ilk kararının aksine bir karar vermeyeceğini tespit etmektedir. Bunun anlamı, mahkemece, önceden Ceza Genel Kurulu’nun ileride ne şekilde karar vereceğinin belirlenmesi, bir bakıma kendini Ceza Genel Kurulu yerine koyarak karar vermesi ve buna göre, mahkemeye ve dolayısıyla sanıklara tanınan ve kullanılmış olan bir hak ve yetkiden vazgeçmesidir. Oysa, mahkemenin nihayet kabul ettiği ve Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik içtihatlarında açık ve kesin olarak belirttiği (bu içtihatlar dava dosyasına ibraz edilmiştir) gibi, bu şekilde verilmiş Ceza Genel Kurulu kararlarına karşı yerel mahkemelerin direnme hakkı vardır. Eğer, yerel mahkemenin dediği gibi, Yargıtay Ceza Genel Kurulu, ilk kararının aksine bir karar vermeyecek ve olası bir direnme kararını bozacak idiyse, o zaman gereksiz ve anlamsız hale gelen, tek işlevi yargılamayı sebepsiz yere uzatmak olacak direnme hak ve yetkisinin olduğunu söylemezdi. Nitekim, Ceza Genel Kurulu bu konuya ilişkin dilekçemiz ekinde bir örneği sunulan (Ek:1) konuya ilişkin 14.6.1982 günlü, E.1/12, K.281 sayılı kararında aynen şu gerekçelere temas etmektedir:
“İşin esasının incelenmesine başlanmadan önce, bir kısım üyelerin (C. Başsavcılığı itirazı üzerine, Ceza Genel Kurulu’nca esastan incelenip karara bağlanmış bir konu hakkında, yerel mahkemenin direnme kararı verip veremeyeceği hususunun, ön sorun olarak incelenmesi gerektiğini) ileri sürmeleri üzerine, öncelikle bu usul sorununun tartışılmasına başlandı.
Yerel mahkemenin direnme kararı ile C. Başsavcılığı itirazının prosedür, dayanak ve hukuki dokuları birbirinden farklıdır. Konuya açıklık getirmek bakımından iki müessese arasındaki farklılıkları belirlemekte yarar vardır.
1- Temyiz incelemesine konu olan hukuki sorun hakkında, özel daire kararı ile C. Başsavcılığı’nın görüşü ‘mütalaası’ arasında farklılık olduğu için, C. Başsavcılığı’nca itiraz yoluna başvurulur. Direnme kararı verilmek suretiyle Ceza Genel Kurulu önüne getirilen meselede ise, yerel mahkeme ile özel dairenin kararları arasında, başka bir deyişle iki karar arasında uyuşmazlık vardır.
2- İtiraz üzerine verilen karar, C. Başsavcılığı görüşünün kabulü veya reddi iken; direnme halinde, özel daire veya yerel mahkeme kararlarından birinin hukuka uygunluğu konusunda onama veya bozma kararı verilmek suretiyle iki karar arasındaki uyuşmazlık çözümlenmektedir.
3- İtirazda C. Başsavcılığı’nca gösterilen itiraz sebepleri, direnmede ise yerel mahkeme kararındaki gerekçe ve gösterdiği dayanakları hukuki değerlendirmenin esasını oluşturmaktadır.
4- İtirazda Genel Kurul incelemesi, taraflarn iradesi dışında ve C. Başsavcılığı’nın başvurması üzerine yapıldığı halde; direnme halinde dava dosyası otomatikman Genel Kurula gönderilmemekte, yerel mahkemenin direnme üzerine yeniden kuracağı hükmün taraflarca temyiz edilmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, ancak yeni bir temyiz davası açılırsa Ceza Genel Kurulu işi ele alabilmektedir. Direnme kararı temyiz edilmezse o haliyle kesinleşmektedir.
5- İtiraz etme süresi ile direnme kararının temyiz edilme süresinin farklılığı da iki müessese arasındaki maddi bir ayrıcalığın kesin ifadesidir.
6- İtirazda Genel Kurul, yerel mahkemece verilen birinci kararı incelemekte; direnmede ise, özel daire bozması ile yerel mahkemenin birinci kararı tamamen ortadan kalkmış olduğundan, direnme üzerine yeniden verdiği ikinci karar incelenmektedir. Başka bir deyişle, Genel Kurul’ca inceleme konusu edilen yerel mahkeme kararı; itirazda birinci karar, direnmede ise ikinci karar olmak üzere başka başka kararlardır.
(...)
Yukarıda yapılan açıklamalar; CMUK.nun 326/1. maddesinde ‘ısrar üzerine Ceza Genel Kurulu kararlarına uymanın mecburi olduğu’nun belirtilmesine rağmen, itiraz üzerine verilen kararlar için böyle bir mecburiyet konulmamış olması da gözönünde tutulduğunda, C. Başsavcılığı itirazı üzerine verilen Ceza Genel Kurulu kararlarına yerel mahkemelerin direnme hakları bulunduğuna, işin esasının incelenmesi gerektiğine oyçokluğu ile karar verildikten sonra yapılan incelemede ....”
Üçüncü tespit olarak, mahkemenin direnme hususunda verdiği ve dosyadan el çekmeyi gerektiren bir kararın olmadığı, direnmeye ilişkin bir ara kararı verildiği şeklindeki gerekçeyle ilgili olarak, yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun emsal kararına (Ek:2) bakmak gerekiyor. Ceza Genel Kurulu’nun 21.9.1987 tarihli, Esas 1/215., K. 369 sayılı kararında şöyle deniliyor:
“ ‘DİRENME’ kararları, ara kararı niteliğinde değildir. Böyle bir karar verildikten sonra, heyette değişiklik olduğu veya herhangi başka gerekçe ile, mahkemenin elinden çıkmış bu yön üzerinde yeniden işlem yapıp ‘UYMA’ kararı vermesi, hukukta aranan kararlılık esası ile de bağdaşmaz. Yeniden değişik ve hatta bozmaya uygun bile olsa, başka karar verilmesi mümkün değildir.”
Sadece sunulan bu iki Ceza Genel Kurulu içtihadı bile, kendisini Ceza Genel Kurulu yerine koyup, peşinen Ceza Genel Kurulu’nun ne karar vereceğini söyleyen mahkeme heyetinin tespit ve tezini açıkça çürütmekte, reddi talep edilen heyetteki hâkimlerin gerekçe ve kararlarının tam tersinin geçerli ve doğru olduğunu göstermektedir.
Belirtilen bu durumda, yargılamayı bu heyette yer alan ve reddedilen hâkimlerin yürütmesinin, tarafsızlık ilkesi bağlamında ne derece yanlış olacağını saptamak zor olmasa gerektir.
d) Ret talebinde bulunmamızdan sonra, CMK.nun 29/2.inci maddesinde
yazılı, ret konusunda bir karar verilmeden, reddedilen hâkimin katılımıyla bir sonraki oturuma başlanamaz şeklindeki kanun hükmüne aykırı olarak, 13.12.2012 tarihinde reddettiğimiz hâkimlerin oluşturduğu heyetle oturum açılmış ve duruşmaya devam edilmiştir.
e) 13.12.2012 tarihli son oturum tutanağı incelendiğinde görüleceği gibi;
talebimizin reddine karar verildiği, redde ilişkin talep dilekçemiz, mahkemenin reddin reddine dair kararı ile birlikte dava dosyası ve eklerinin, “itiraz konusunda bir karar verilmesi için mahkemenin duruşma günü de belirtilerek, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, itirazı inceleme mercii olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan inceleme sonucunda; …” (bkz. Oturum tutanağı s.2) mahkeme heyetinin reddi talebinin reddine karar verildiği açıklanmıştır. Kararların bir örneğinin tarafımıza duruşma başlamadan hemen önce mübaşir vasıtasıyla tebliğ yerine geçmek üzere elden verildiği tutanağa yazılmıştır. Hemen ardından da iddia makamının önceki oturumlarda verdiği esas hakkındaki mütalaaları açıklanarak, iddia makamından mütalaası sorulmuş ve tarafımıza esas hakkında savunmamız sorulmuştur. Bunun üzerine, yukarıdaki açıklamalarımız ve beyanlarımız anlatılarak, itiraz nedeniyle duruşma oturumunun sonlandırılması talep edilmiştir.
f) 13.12.2012 günlü oturum tutanağının 8. sayfasında, “gereği düşünüldü”
denildikten sonra şu ara kararları alınmıştır:
Ø “1- (…) talepte bulunan Pınar Selek müdafilerinin İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 11/12/2012 tarih ve 2012/914 değişik nolu kararına karşı itiraz mercii olan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne tefhim tarihinden itibaren 7 gün içerisinde itiraz yasa yoluna başvurmaları hususunda MUHTARİYETLERİNE,
Mahkememize bu hususta dilekçe verilmesi halinde dilekçeler ile bu dosya ve eklerinin itiraz merciine kalem görevlileri ile gönderilmesine, …”
Ø “Bu nedenle duruşmanın, … 24/01/2013 günü saat: 10.30’a bırakılmasına, oy birliği ile karar verildi.”
İtiraz yasa yolunu düzenleyen CMK.nun, “İtiraz usulü ve inceleme mercileri” başlıklı 268.inci maddesinde, itirazın, itiraza tabi kararı veren mercie yapılacağı (fıkra 1); kararına itiraz edilen hâkim veya mahkemenin itirazı yerinde görürse kararını düzelteceği, yerinde görmezse en çok üç gün içinde, itirazı incelemeye yetkili mercie göndereceği (fıkra 2); itirazı incelemeye yetkili mercinin, ağır ceza mahkemelerince verilen kararlar hakkındaki itirazların incelenmesi bakımından, numara olarak kendisinden sonra gelen ağır ceza mahkemesi olacağı (fıkra 3) açık olarak belirlenmiştir.
Bu durumda, mahkemenin ara kararında da belirtildiği gibi, bizim itiraz ettiğimiz karar, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin kararıdır. İşbu itirazımızı da kararına itiraz ettiğimiz mahkemeye, yani 13. Ağır Ceza Mahkemesine yapmamız gerekmektedir (CMK 268/2). Kararına itiraz ettiğimiz İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, itirazımızı yerinde görürse, kararını düzeltecek; yerinde görmezse İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine gönderecektir. Oysa, reddini talep ettiğimiz hâkimlerin yarattığı hukuki kaos ve karmaşa nedeniyle, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, zaten itiraz üzerine karar vermiş gibi CMK 28. maddeye dayalı kesin bir karar vermiştir. Buna göre, eğer yasanın emrettiği gibi itiraz dilekçemizi, kararına itiraz ettiğimiz 13. Ağır Ceza Mahkemesine verirsek, pek muhtemel olarak aynı mahkeme, zaten itiraz üzerine kesin olarak karar verdiği gerekçesiyle, itirazı işleme dahi koymayacaktır. Bu nedenle, herhangi bir usuli hak kaybına karşı işbu itiraz dilekçesi, usuli karmaşa ve kaosu yaratan davanın görüldüğü esas mahkemesine verilmektedir.
Esas mahkemesi, bizce, son oturumda aldığı ara kararı doğrultusunda, itiraz dilekçemizi ve -itiraz yasa yoluna ilişkin son oturumda alınan ara kararını da açıkça belirterek- dava dosyasını, öncelikle kararına itiraz edilen merci olan İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne (CMK 268 gereğince itirazı yerinde görürse kararını düzeltmesi için) göndermeli, bu mahkeme kararını düzetmez ise itirazı incelemek üzere dava dosyasını İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine göndermelidir.
SONUÇ OLARAK;
Yukarıda ayrıntılı şekilde izah edildiği üzere,
Ø reddi hakim talebimizin reddine ilişkin kararlara karşı itirazımız doğrultusunda gereğinin yapılmasını,
Ø itirazımızın usul ve yasa hükümlerine uygun olarak yetkili ve görevli mercilere gönderilmesini,
Ø yargılamada özellikle son iki duruşma oturumundan bu yana verdikleri usul ve yasaya açıkça aykırı kararlar ve uygulamalar nedeniyle tarafsızlıklarını tamamen yitirdikleri görülen hâkimlerin reddi talebimizin kabulünü,
müdafiler olarak talep ederiz.
Saygılarımızla,