Orhan Pamuk, beş yazar ve bir sosyal bilimciyle Beşar Esad’a görevi bırakması çağrısında bulundu. Ortak mektup, Liberation’da yayımlandı.
Aydın, kendi halkına veya başkalarına zulmeden, savaşın şiddetiyle her gün sarsılan bir ülkenin yönetimini sorgulayabilir, eleştirebilir, protesto edebilir... Hatta görevi bırakmaya davet edebilir.
Fakat bunu yaparken siyasetten ve şiddet dilinden uzak durması, temel hakları, demokrasiyi, vicdanı hatırlatması beklenir.
Ne var ki Pamuk ve arkadaşlarının Esad mektubu, bu tondan uzaklaşmış...
Ölümden ölüm beğen
Hele “Siz ve aileniz için tek yol var: Saddam Hüseyin veya Kaddafi gibi bir ölüm ya da Lahey’de mikroptan arındırılmış bir hücrede müebbet” cümlesi insanı dehşete düşürüyor.
Bir diktatörü kınamak, şiddeti sonlandırmasını istemek, barışa davet etmek başka... Yol gösterip, tehdit ederek sığınacağı yeri tarif etmek başka!
Çocuklarıyla birlikte katledileceğini ima etmenin nasıl bir faydası var, çözemedim...
Sanki Esad, bunların farkında değil... Sanki “Doğru ya... Niye düşünemedim, ben en iyisi Cezayir’e gideyim” diyecek...
Yazarların, düşünürlerin,“Suriye konusundaki büyük devletlerin hesaplarını” eleştirirken tam da bu hesapların sonucu olan ölüm biçimlerini örnek göstermesi, en hafif tabiriyle tuhaf.
İğrenç başlık
Tuhaflık keşke burada kalsa... soL gazetesi, fırsat çıkmışken Pamuk’a nefret kusmak için fotomontaj yapıp eline silah vermiş.
Başlık da iğrenç: “Orhan Pamuk tetikçiliğe başladı!”
soL gazetesinin, nefret söyleminin piri Vakit’ten farkı yok. Sosyal medyada “zaten adam olsaydı” diye başlayıp “kitapları da satmıyor”a kadar giden öfkeli bir koro da eklendi üstüne.
Yahu ne oluyoruz? Niye her şeyi birbirine karıştırıyoruz? Neden içeriği tartışacağımıza, her şeyi kişiselleştiriyoruz?
Bir avuç şiddet çığırtkanı bağnaz insan yüzünden hiçbir şeyi doğru düzgün konuşamıyor, tartışamıyoruz!
“301 günleri”ni hatırlatan bu taşkınlık ve nefret hali, engelli sporcuların tekerlekli sandalyelerini darmadağın eden holiganların ruh halinden çok mu farklı?
ADALETTEN ALACAKLI
* “Pınar Selek adaletten alacaklı. Bizse ona hukuk yoluyla reva görülen zulmün tanığıyız. 13 Aralık’ta 13:00’te Çağlayan Adliyesi C Kapısı’nda buluşuyoruz. Razı gelmediğimiz adaletsizliğe karşı hep birlikte direniyoruz.”
* Hala Tanığız Platformu, Pınar Selek davasında yapılan adaletsizlikleri sıralayarak, kamuoyuna çağrıda bulunuyor.
* Dileyenler, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na, “Pınar Selek’le beraber yargılanmak istiyoruz” diye bir dilekçe vererek “sivil itaatsizlik eylemi”ne katılabilir.
* Davayla ilgili ayrıntılara şu haberden ulaşabilirsiniz: http://t24.com.tr/haber/bir-hukuk-garabetinin-oykusu-adan-zye-pinar-selek-davasi/218487
İzmir’den Mersin’e nükleer atık
* İzmir-Gaziemir’deki kurşun döküm fabrikasının saçtığı radyoaktif kirlenmeyi, Radikal gazetesinin haberiyle duyduk... Normal şartlarda acil önlem alınması beklenirken, “Türk usulü” çit çekerek radyasyonla mücadele etme yöntemlerini okuyup feyz alıyoruz...
* Özgür Gürbüz, Birgün’deki yazısında Radikal’in 10 Aralık’taki atık haberinin bile “radyasyonsuz” hale getirildiğine dikkat çekmiş. Gürbüz, konunun nükleerden uzaklaştırıldığını düşünüyor.
* İyi de niye? Her şeyden evvel, devletin tutumu ve yetkililerin beceriksizliği, Akkuyu’da yapılacak nükleer santral için de büyük soru işaretlerinin doğmasına neden oluyor.
* Gürbüz, bir fabrikadan çıkan nükleer atığı bile yönetemeyen bir idarenin, Akkuyu’da kurulacak reaktörlerden çıkacak nükleer atığı ne yapacağını soruyor. Nükleer atık konusu, Akkuyu anlaşmasında halen bir muamma!
* Bir önerim var: Akkuyu çitle değil, en sevdiğimiz ve tanıdığımız malzeme olan beton duvarlarla çevrilsin, bakın nükleer atık sorunu kalıyor mu!
http://gundem.milliyet.com.tr/pamuk-ve-sol/gundem/gundemyazardetay/12.12.2012/1640458/default.htm