İYİ MİSİN? MÜEBBET İSTEDİLER
Deniz. Tuz kokusu, taşlara vuran su, umulmadık Şubat güneşine karşın, kış sabahının solgun renklerine bürünmüş suskun deniz. Kentin güney gözü, uzaklara, sonsuzluğa açılan kapısı. Oysa bu kadim kent, İstanbul hep sonları, sonluluğu hatırlatmıştır yolcularına… Yıkıntılarla dolu belleği denizin… Burada, Beşiktaş’ta, şimdi sıradan bir ağır ceza mahkemesi olan eski DGM’nin arkasındayız. Bu daracık, yarı karanlık alanda deniz bile hep kederli ve ketumdur, sanki köşeye sıkışmıştır.Geriye çekilen bir dalga gibi, insanla özgürlük, özgürlükle insan arasında bir sınır çizgisine dönüşmüştür. Buraya ilk kez, köşe yazarlığına başladığım yıl, 1998de gelmiştim. Pınar’ın tutuklandığı yıl…
9 Eylül 2011. Mısır Çarşısı bombalanması davasından 2 kez beraat eden, beraat kararı 2 kez Yargıtayca bozulan Pınar Selek için bir kez daha buradayım. Buradayız... 100-150 kişi kadarız. Yazarlar, akademisyenler, feministler, eşcinsel örgütleri, vicdani retçiler… Daha çok kadınlar, genci yaşlısı, başörtülüsü, örtüsüzü,Kürtçe, Türkçe konuşanı ile kadınlar…Yaşar Kemal ve Günter Walraff da aramızda… Pınar’ın 1998de birlikte atölye çalışması yaptığı sokak çocukları çoktan büyüdüler. Ringlerle, tutukları getiren her yanı kapalı araçlarla dolu avlu, silahlı askerler, polisler, çocuklarını görmeye çalışan tedirgin ana babalar… Pınar, basına yansıyan o fotoğrafında, tam burada, mahkeme çıkışında, kelepçeli ellerini kaldırmış, sokak çocuklarını selamlıyor, onca işkenceden sonra gülümsüyordu. Denize bakmış olmalı, bir aynaya bakarcasına…
1998 Temmuzunda Mısır Çarşısındaki patlamada 7 kişi ölmüş, iki gün içinde patlamanın gaz kaçağından kaynaklandığı polisçe açıklanmıştı. Ama bir ay geçmeden, darbe döneminden beri, düzenli aralarla genç ve güzel bir kadını terörist, cadı, bombacı ilan etmeyi seven medyamız, yeni bir hedef bulmuştu: 26 yaşındaki Pınar Selek. Gerçi ‘bombacıya’ da pek benzemiyordu Pınar, gelir düzeyi yüksek bir ailedendi, kolejlerde okumuştu, sosyologdu. ‘Beyaz Türktü’. Ama işte Kürtlerle ilgilenen bir sosyolog. İşkenceli sorguda kendisine Mısır Çarşısıyla ilgili tek bir soru sorulmadığını defalarca söyleyecekti Pınar. (Bense onu sokak çocuklarıyla ilgili çalışmaları sayesinde tanımıştım. Marcos’un kitabına yazdığı önsözü okumuştum. Orada Kızılderililer, burada Kürtler, diyordu ve 90 Türkiyesinde bu bile tehlikeli bir cümleydi!)
Aradan 13 yıl geçti, kırklı yaşlarımıza geldik. Ben iki ayrı dönem köşeyazarlığı yaptım, üç ameliyat oldum, dört kitap daha yazdım. Pınar iki yıl cezaevinde kaldı, ünlü bir bomba uzmanının ‘gaz kaçağıydı’ açıklamasının hemen ardından tahliye edildi. Sosyoloji çalışmalarını sürdürdü, barış dili üzerine, ezilenler, kadınlar, eşcinseller üzerine kitaplar yayımladı. Bir de çocuk kitabı… Adının önündeki ‘bombacı’ ibaresinin silinmesi çok uzun zaman aldı, bir gazete tarafından Apo’nun nişanlısı ilan edildi. İki kez beraat etti, bomba tespiti yapılamadığını belgeleyen 9 ayrı rapora karşın, beraat kararı her defasında bozuldu. Üstelik onunla beraber yargılananların beraat kararı onanırken… Mahkeme kapılarına dayanamayan annesi vefat etti ama devletin hıncı, intikam alma, ibret gösterme ihtirası yatışmadı.
2006,kış sonu. Emsallerinden çok daha fazla trajediye sahne olmuş aynı mahkeme binası, kehanet gibi kapanan aynı kara kapılar, aynı deniz… İlk beraat kararı bozulmuş. Saatlerce bekliyoruz Pınarla birlikte, ringler gelip gidiyor, tutuklular itilip kakılıyor. Ben fazla dayanamıyor, bayılıyorum. Akşam telefonumda beş yıldır silmeye kıyamadığım SMS’i Pınarın: İyi misin? Müebbet istediler.
Müebbetle yargılanırken bayılan arkadaşını merak eden, kelepçeli elleriyle sokak çocuklarına gülümseyen Pınar Selek, 13 yıl sonra artık gücünün azaldığını söylüyor. ‘Ama ben şanslıyım’ diye ekliyor kuşlara özgü bir saflıkla, cömertçe, ‘benimle dayanışanlar hep oldu.’ Üçüncü beraat kararı açıklanıyor, aynı anda sevinç çığlıkları atılıp gözyaşları dökülüyor. Herkes birbirine sarılıyor. Şarkılar, halaylar… ‘Ağlayıp zırlayanları çekin!’ diye buyuruyor bir yönetmen kameramanına, bizleri, kadınları işaret ederek… Bir iki gün içinde savcının itirazının 3. beraat kararını geçersiz kıldığını öğrenecek, hangi sözcüğe tutunup yola devam edeceğimizi bilemeyeceğiz. Adalet, hakikat, gerçek… Belki bize, ‘ağlayıp zırlayanlara’ kalan deniz, yalnızca deniz.
‘’Pınar Selek’i ilk kez mahkemede gördüm, dört gün boyunca ağır işkence yaptılar, akrabalarıma tecavüz edeceklerini söylediklerine boş kağıtları imzaladım’ diyor Abdülmecit Öztürk. Mısır Carşısı davasından 9.5 yıl hapis yatıp- iki buçuk yıl döşeği bile olmayan, farelerle dolu bir hücrede- beraat etmiş. ‘’Kürtlere dokunan yanıyor. Kürtsen zaten yanıyorsun. Türksen sürünüyorsun. Pınarın ve bizim başımıza gelenlerin özeti budur.’’
Hele bir de kadınsan… Üstelik savaşa, savaş diline, bu ataerkil toplumda her türlü iktidara karşı bir kadınsan…
İyi misin Pınar? Gene mi müebbet istediler?
Aslı Erdoğan