DİLEK KURBAN
16/02/2011
Belki de alt mahkeme kararlarının yüzde 50'sinin bozulmasının ardındaki sorun, mahkemelerin 'yanlış' kararlar veriyor olmasında değildir.
Adalet Bakanlığı Pınar Selek davasında olup bitenleri takip ediyor mu acaba? Bir sanığın aynı davada, aynı suçlara ilişkin, aynı mahkeme tarafından tam üç kez beraat ettirilmiş olmasına rağmen yargının elinden hâlâ kurtulamamış olduğunun farkında mı bakanlık? 12 yıldır süregelen bu davada başından bu yana görev alan aynı savcının, üçüncü defadır mahkemenin beraat kararına itiraz ederek davayı Yargıtay’a taşıdığının farkında mı? Yüksek yargının büyük bir iş yükü altında olduğunun bizzat yüksek yargı tarafından dile getirildiği bu günlerde, sanığın suçlu olduğuna işaret edebilecek yeni bir delil söz konusu olmadığı ve üstelik aslında ortada bir suç da bulunmadığına dair çok sayıda delil olduğu halde, savcının, alt mahkemenin üç kez beraat ettirdiği bir sanığın yargılanmasında ısrar ederek davayı üçüncü kezdir Yargıtay’a taşıyor olmasının?
Masumiyet karinesi Selek davası, birçok yönüyle yargı reformu tartışmalarının tam ortasında duruyor. Son yıllarda nihayet tartışmaya başladığımız, masumiyet karinesi ilkesinin ceza hukuk sistemince sıklıkla ihlal edilmesinin bir örneği Selek davası. Diğer birçok siyasi davada olduğu gibi bu davada da sanığın kendisine isnat edilen suçları işlemiş olabileceğini gösteren asgari maddi deliller bulunmuyor. Ne Mısır Çarşısı’nda gerçekleşen patlamanın bombadan kaynaklandığına ne de bombadan kaynaklanmış olsa bile bombayı hazırlayan ve yerleştirenin Selek olduğuna dair somut bir kanıt bulunuyor. Savcının Selek’e isnat ettiği suçun maddi unsurlarının oluştuğunu kanıtlaması gerekirken Selek, hem patlamanın bombadan kaynaklanmadığını hem de gerçekleşmemiş bu ‘bombalama eylemi’yle bir ilişkisi olmadığını ispatlamak zorunda kalıyor.
Ve üstelik, aslında kendisinde olmayan bu ispat yükünü büyük bir başarıyla yerine getiriyor Selek. Davanın, geçen hafta gerçekleşen en son duruşmasında, Selek’in avukatları, sadece müvekkillerinin bu davayla herhangi bir ilgisinin olmadığını ve siyasi nedenlerle suçlandığını değil, aynı zamanda çarşıdaki patlamanın kaynağının bomba olmadığını son derece inandırıcı delillerle ortaya koydular. Bu kadarla da kalmadılar; Selek’in müebbet hapis istemiyle yargılanmasını isteyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun ne dava dosyasını incelemiş olduğunu ne de Selek’in beraatini talep eden Yargıtay Başsavcısı’nın mütalaasını okumuş olduğunu, ‘kurul’un gerekçeli kararındaki maddi hatalar ve tutarsızlıklara işaret ederek sergilediler.
Selek’in avukatlarının duruşmada yaptıkları güçlü ve etkileyici savunmalar ve özellikle Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun kararına yönelik eleştirileri, Türkiye’de yüksek yargıyı da kapsayacak etkili bir yargı reformunun ne derece acil ve gerekli olduğunu gösteriyor. Zira bu davada Yargıtay, yetkisi ve görevi olmadığı halde, kendisini alt mahkemenin yerine koyarak hâkim olmadığı dava dosyasındaki tanıklıklara ve delillere dair kanaat bildirmiştir. Yüksek mahkeme olduğu için doğal olarak ne sanığı ne avukatlarını dinlemiş olan Yargıtay 9. Ceza Dairesi ve daha sonra da Yargıtay Ceza Genel Kurulu, buna rağmen kendilerini alt mahkemenin yerine koyarak bir nevi yeniden yargılama gerçekleştirmişlerdir. Üstelik bunu yaparken patlamanın kaynağının bomba olmadığını belirten Adli Tıp raporuyla yine, patlamanın kaynağının bomba olduğuna dair bir kanaati bulunmadığını belirten Yargıtay Başsavcısı’nın mütalaasını yanlış aktarmıştır.
İş yükünün nedenleri
Selek davası, başından itibaren ve bütün yönleriyle bir hukuk skandalı. Mahkemenin üç kez beraat ettirdiği bir sanığın yine de yargılanmasında savcının bu denli ısrarcı olması ve üçüncü kezdir davayı Yargıtay’a taşıması, yüksek yargının neden büyük bir iş yükü altında olduğu konusunda epey anlamlı bir fikir veriyor.
Belki de Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in dikkat çektiği alt mahkeme kararlarının yüzde 50’sinin Yargıtay tarafından bozuluyor olmasının ardında yatan sorun, mahkemelerin hukuken ‘yanlış’ kararlar veriyor olmasında değildir. Belki de Selek davasında olduğu üzere, alt mahkemelerin verdiği kararlarda hukuken usul ve esas açısından bir sorun yoktur. Belki de mesele, verilen kararların yüksek yargının nezdinde ‘siyaseten’ ne denli doğru olduğundadır.
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1040123&Yazar=D%DDLEK%20KURBAN&Date=16.02.2011&CategoryID=97