Ayşe Gökçe Susam
YAKLAŞIK on yıl önce, İletişim Fakültesi’nde öğrenciyken üniversite gazetesi için, o sırada cezaevinde olan Pınar Selek’in babası Alp Selek’le bir röportaj yapmıştım.
Mısır Çarşısı’nda yaşanan patlamayla ilgili yargılanan Pınar’ın dava süreci bugün hala sürüyor. 28 yaşında gözaltına alınmıştı, bugün 40 yaşında.
Geçtiğimiz hafta üçüncü kere beraat etti. Onu tanıyanlar, sevenler, dava sürecini takip edenler büyük bir sevinç yaşadı. Ama ardından yine mahkeme savcısının, beraat kararına itiraz ederek, temyiz için Yargıtay’a başvuracağı haberi düştü orta yere.
Bitti derken yeniden başlayan acı bir yılan hikayesi...
Gazeteci ağlar mı?
Gencecik, güleç yüzlü, eli kelepçeli bir sosyolog, bir patlama, ölümler, çelişkili ifadeler, sokak çocukları... On yıl önce konu daha o kadar tazeydi, basında yer alan haberler o kadar muğlak ve çelişkiliydi ki aslında konunun tam olarak ne olduğundan habersiz gitmiştim baba Selek ile röportaj yapmaya. Tabii ben de 18 yaşındaydım ve siyasetin, devletin anti-demokratik, karanlık yüzünden pek de haberdar sayılmazdım.
Avukat olan baba Alp Selek, çelişkilerle dolu dava sürecini belgelerle anlatmıştı. Sonra, Pınar’ın genç bir sosyolog olarak cesaretle giriştiği “sakıncalı mevzuları” anlama, araştırma çabası nedeniyle hedef haline geldiğini konuşmuştuk.
Bu konuların tüm vuruculuğuna rağmen, o röportajdan benim belleğime kazınanlar bunlar olmadı. Hiç unutmayacağım iki başka ayrıntı, herşeyden daha çok iz bıraktı.
Bunların ilki; Pınar’ın kurduğu Sokak Çocukları Atölyesi’ndeki çocukların, ona yaptıkları el işi hediyeler, hapisteki Pınar Ablalarına yazdıkları mektuplardı.
Röportaja gidip, kayıt aletini açıp, sonra gördükleri, duydukları karşısında ağlayan gazeteci olur mu?
Bilmem, belki de olur... Ama ben boğazımdaki yumruya söz geçirmeyi başarmıştım o gün, o mektupları okurken... Sanırım dimdik duran baba Alp Selek’ten utanmıştım.
Hafızamdan silinmeyecek ikinci şey de bu zaten; bir baba, bir avukat, hapisteki kızının suçsuzluğunu kanıtlamak için mücadele ediyor. Üstelik kızının içerde işkence gördüğünü biliyor. Onun, ara ara duygusallaşarak titreyen, ama hep kızından çok emin ve güçlü çıkan sesini hiç unutmayacağım. Onun duruşu, “mücadele” kelimesinin somut karşılıklarından biri olarak kaldı bende.
Neden mi anlattım?
Şimdi bunca yıl sonra, tüm bunları neden mi anlattım...
Pınar’a destek veren ve bu amaçla “Hala Tanığız Platformu” nu kuran, Türkiye’den ve yurtdışından pek çok siyasetçi, aydın, akademisyen, sanatçı, gazeteci, öğretmen, aktivist, vs vs gibi, “Ben de tanığım!” demek için anlattım.
Sokak çocuklarına o mektupları yazdıracak kadar kendini sevdiren güleç kadının, hep ezilenlerin yanında yer alan antimilitarist, feminist bir akademisyen- yazarın, bir “bombacı” olabileceğine hiçbir zaman inanmadığım için anlattım.
Üçüncü beraat kararına rağmen, bu yılan hikayesi davanın yeniden yeniden açılması ihtimaline inanmak istemesem de, bu ihtimalden korktuğum için anlattım.
“Gerçekten nolur artık bitsin” demek için anlattım.
Hem Pınar hem de aynı kaderi yaşayan niceleri için, hepimiz için artık bitsin.
Adalete inanmadan yaşanmaz çünkü...
http://www.milliyet.com.tr/pinar-selek-davasi-aci-bir-yilan-hikayesi/ayse-gokce-susam/ege/yazardetayarsiv/14.02.2011/1351866/default.htm
|
|