03/02/2011
Önümüzdeki hafta arkadaşımız Pınar Selek olmayan bir saldırının sanığı olarak bir kez daha yargılanacak. Pınar Selek tam 13 yıldır akıl almaz bir devlet komplosuyla hayatından bezdirildi. İşkence gördü, hapsedildi, sürgün hayatı yaşamak zorunda bırakıldı. Şiddet karşıtı bir aktivist, barış hareketleri üzerine çalışan bir araştırmacı, bir antimilitarist, olmayan bir bombayı koyduğu suçlamasıyla iki kez yargılandı ve iki seferinde de beraat etti. Ama devletin karanlık güçleri hala peşini bırakmadı.
Pınar’ın hikayesi insanı isyan ettirecek, bu ülkeyle ve gelecekle ilgili bütün umutlarını kıracak nitelikte. O halde neyin iyimserliğinden söz edebiliriz ki?
Pınar Selek’e kurulan komplonun en güzel özetini dünkü yazısında Dilek Kurban yaptı. Kurban’ın Pınar’ın ismini vermeden, örnek bir vaka öyküsü gibi anlattığı olayın her satırı gerçek. Olayın dehşet verici boyutlarını anlamamızı sağlayan bu özeti Pınar’a neler yapıldığını hiç unutmamamız için aktarmak istiyorum önce:
“Bir araştırmacı, Kürt sorununa ilişkin bir çalışması nedeniyle gözaltına alınır. Kendisinden görüştüğü eski PKK mensuplarının isimlerini vermesi istenir. Reddedince ağır işkencelerden geçirilir, tutuklanır. Aleyhinde ‘örgüte yardım ve yataklık’tan açılan davada ileri sürülen delillerin polis tarafından sahte tutanaklar aracılığıyla üretildiği ortaya çıkar.
Bu arada, araştırmacının gözaltına alınmasından iki gün önce, bir yerde, bir patlama olmuş, insanlar ölmüştür. Araştırmacıya sorgusu sırasında bu olayla ilgili hiçbir soru sorulmaz. Olayın hemen ardından hazırlanan polis tutanakları ve ekspertiz raporuna göre, patlamanın kaynağı bomba değildir. Ancak araştırmacı hakkında, bomba koymaktan ikinci bir dava açılır.
Neye dayanılarak? Bombayı araştırmacıyla birlikte koyduklarını söyleyen eski bir PKK mensubunun polis ifadesine. Oysa aynı sanık, çıkarıldığı ilk duruşmada, o ifadeyi ağır işkence altında verdiğini, araştırmacıyı tanımadığını söyler. Üstelik bu sanık daha sonra beraat eder ve devlet onun beraatine itiraz etmez.
Mahkemenin görevlendirdiği bağımsız uzmanlarca hazırlanan üç ayrı rapor, patlamanın kaynağının bomba olmadığını ortaya koyar. Araştırmacı, iki buçuk sene sonra tahliye edilir.
Ancak, İçişleri Bakanlığı ve İstanbul Emniyet Müdürlüğü mahkemeye tahliyeden duydukları rahatsızlıkları dile getiren bir yazı yollar. Yazının bir de eki vardır: Patlamanın nedeninin bomba olduğunu gösteren imzasız ve tarihsiz bir rapor. Patlamadan üç sene sonra, mahkemenin talebi olmaksızın…
Mahkemenin bir kez talep ettiği yeni bilirkişi raporunun sonucu öncekilerin aynısıdır: Patlamanın kaynağı bomba değildir. Mahkeme araştırmacıyı beraat ettirir. Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kararı bozar, alt mahkeme yine beraat kararı verir, 9. Daire yine bozar.
Yargıtay Başsavcısı, 9. Daire’nin kararına itiraz ederek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’ndan alt mahkemenin beraat kararını onamasını ister. Ceza Genel Kurulu, alt mahkeme kararını onamak bir yana, araştırmacının müebbet hapsini ister.”
Burada anılan araştırmacı Pınar Selek’ti ve o bunların hepsini yaşadı. Gelecek hafta, 9 Şubat Çarşamba günü İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi Pınar’ı bir kez daha yargılayacak.
Ama yapılan bunca haksızlığa, Pınar’ın peşini bırakmayan bir karanlık güç yukarıdaki her satırda hissedilmesine rağmen, ben bu duruşmaya Pınar’ın bir kez daha beraat edeceği ve bu kez nihai olarak bu kapandan kurtulacağı inancıyla gideceğim.
Bu iyimserliğim Pınar’a bu komployu kuranların nedamet getireceğini beklediğim için değil.
Ama içinde yaşadığımız yeryüzünü yöneten şeyin, artık inancınıza göre ne olarak adlandırmak isterseniz onun, kötülüğün bu kadar yoğunlaşmasına izin vereceğini aklım her şeye rağmen almadığı için…
Ben de biliyorum, tarihin, belki de önce savaşın, sömürünün, haksızlığın, adaletsizliğin ve kötülüğün tarihi olduğunu. Ama yine de Gandhi “İnsanlığı yöneten sevgidir” der, “Şiddet ya da nefret tarafından yönetilseydik uzun süre önce soyumuz tükenirdi.”
Ben de sanırım buna inanıyorum. Buna ister ilahi adalete inanç deyin, ister naiflik, isterseniz spiritüellik, en beklemediğiniz anda kötüye karşı iyinin kazanacağına inanmanın iyimserliğini taşıyorum.
Ben tarihsel insanlık durumunun her şeyden önce isyan ve direnişle biçimlendiğine inananlardanım. Her zaman ağır bir saldırı altında olan iyi değerlerin, isyan ve direniş sayesinde en sonunda galip geldiğine ve geleceğine inanıyorum. Bunu en iyi fark ettiğimiz anlar da kötülüğün en fazla yoğunlaştığı anlar oluyor. Faşizmin en karanlık dönemlerinden sonra, bir diktatör bir daha asla yerinden kıpırdamayacak diye düşündüğünüz anlarda, yozlaşma ve yalan bir topluma tamamen hakim olduğunda…
Pınar’ın başına gelenler nedeniyle üzerimizde hissettiğimiz ağır baskının bu tür anlardan biriyle ilgili olduğunu düşünüyorum. 13 yıldır yalanla, baskıyla ve komployla Pınar gibi bir insanın hayatını karartmaya çalışanlar daha ne kadar dibe vurabilirler? Bu anlar her zaman sonsuza kadar devam etseydi, Gandhi’nin dediği gibi soyumuz çoktan tükenmiş olurdu.
Pınar Selek’in yaşadığı kabus gelecek hafta artık bir son bulsun. Arkadaşımız bunları hiç yaşamamış gibi aramıza dönsün. Yine oturup feminizmden, ekolojiden ve mücadeleden bahsedelim.
Haftaya Çarşamba günü bütün iyimserliğimizi yanımıza alıp mahkemenin önünde olalım.
Biz ne kadar çok olursak, asıl kazanması gereken gücü, yani iyiliği o kadar yoğunlaştırabiliriz.
http://www.yesilgazete.org/?p=20374