Pınar Selek, 1998'de gözaltına alındı, işkence gördü. Mısır Çarşısı'ndaki patlamanın sorumlusu olarak suçlandığını televizyondan öğrendi. Oysa bilim insanlarının raporları bomba olmadığını gösteriyordu. Yine de bu 2.5 yıl yatmasını engellemedi. İki kere beraat etti, ama şimdi yeniden yargılanacak. Hem de müebbet hapis cezasıyla. Adalet bunun neresinde?
Cumhuriyet-Dergi - Bombacı! Bombacı değil! Bombacı! Bombacı değil! Bombacı!.. Bir sorgu ve adalet sistemi düşünün ki, papatya falı bakar gibi bir insanı yargılasın... Önce suçlu diye içeri alsın, sonra suçla alakası bile olmayan bir sorgulamaya soksun, tutuklasın, cezaevine atsın, sonra serbest bıraksın. Yine yargılasın. Bu insan iki kere beraat etsin ve tam 13 yıl sonra yeniden yargılansın... Şaka değil, sosyolog Pınar Selek’e yaşatılan tam da bu. Aslında her şey Türkiye’deki çatışmalarla ilgili yaptığı araştırmayla başladı. 1998’de bu çalışmayla ilgili gözaltına alındı ve yardım yataklık suçlamasıyla cezaevine atıldı. Çıkmayı beklerken televizyonda Mısır Çarşısı’nda meydana gelen patlamanın bombadan kaynaklandığını ve bu bombayı koyanlardan biri olduğunu söyleyen haberleri dinledi. Birisi “Biz Pınar’la birlikte yaptık” diyordu. Oysa ilk mahkemede, o kişi onu tanımadığını, işkence zoruyla böyle bir ifadeyi vermek zorunda kaldığını söyledi. Patlamayla ilgili daha ilk hazırlanan raporlarda bomba olduğuna dair bir bulguya rastlanmadığı yazıyordu. Yine de o 2.5 yıl tutuklu kaldı. “Hayata Dönüş” operasyonunu yaşamak zorunda kaldı. Sonradan bilim insanlarınca hazırlanan raporlarda da “Bomba değil gaz sıkışması yüzünden patlama olduğu” tespitinde bulunuldu. Zaten iki kez beraat etti Pınar Selek, ama bitti mi? Bitmedi!
- Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun aleyhte bozma kararı nedeniyle, yeniden yargılanıyorsun, üstelik de hakkında müebbet hapis isteniyor. 9 Şubat’taki davadan ne bekliyorsun?
- Ne bekleyebilirim ki? İşkenceden beter olan bu filmin bitmesini bekliyorum. Ama hep bitti sandığımız zamanda yeniden başladı. Yeniden... Yeniden... Artık yeter, değil mi? Adalet istiyorum. Bunu sadece kendim için değil, herkes için istiyorum. İstemek yetmez, biliyorum. Ve adalet için mücadele ediyorum. Mücadele ettikçe umudum artıyor. Bilirsin, umutsuz yaşanmaz.
ADALETE HÂLÂ İNANIYORUM
- Yaşamak zorunda kaldığın bunca şeyden sonra “adalet” denilen kavram senin için hâlâ nasıl bir şey ifade edebiliyor, “adalet”e dair algında bir değişiklik olmadı mı?
- Hayır. Ben, adalet mücadelesinin verildiği bir ortama doğdum ve bu mücadelenin içinde büyüdüm. Hep bildim ki ezilenlerden yana oldun mu yargıyla karşı karşıya gelirsin ve yürüttüğün eşitlik, özgürlük mücadelesi, hızla adalet mücadelesine döner. Bu, Türkiye için çok tanıdık. Okuduğum, sevdiğim pek çok şairin, yazarın, bir yandan nasıl bir mücadele verdiğini zaten biliyordum. Nâzım Hikmet’in 12 yıl cezaevinde yattığını, ilkokulda öğrenmiştim. Onun memleket hasretli sürgün şiirlerini okuyup ağlardık. Babamla birlikte pek çok sosyalistin, yazarın, sendikacının, Barış Derneği üyelerinin, 12 Eylül mahkemelerinde verdiği mücadeleye ortaokulda tanık olmuştum. Cezaevlerine hep onları ziyarete giderdim. Kardeşimle ben, çok şanslı çocuklardık, bizden önceki kuşakların deneyimlerini hep birinci elden dinledik, öğrendik, yaşadık. A. Kadir, (İbrahim Abdülkadir Meriçboyu) babamdan önce çıkmıştı. Şiir gibi, ama acıyla anlatırdı yaşadıklarını. Sonra hiç bitmedi bu tanıklığım. Derken, bildiğiniz gibi bu kıskacın içine ben de düştüm. Peki ne oldu sonra? Adalete inancım bitti mi? Hayır. Adalet mücadelesinin, öyle kolay verilmeyeceğini ama emekle, ısrarla, sabırla başarılı olunabileceğini gördüm. Babamın, 12 Eylül’den sonra cezaevinden çıkınca, uzun zaman avukatlık hakkını geri almak için nasıl büyük bir mücadele verdiğine tanık oldum. Yıllar sürdü. Ama sonunda kazandı. Şimdi benim için mücadele veriyor. Yaşına rağmen hâlâ dağ gibi, dimdik ayakta. Ben nasıl olmayayım?
- Bu dava süreci yüzünden sürekli “avunma” yapmak zorunda bırakıldın, ailen de tabii. Bu hayatını nasıl etkiledi?
- Anlatması çok zor. Sürekli kurtulmaya çalıştığım ağırlığı tarif etmek, yine ona yoğunlaşmak ve onu anlatmak, gerçekten kolay değil. Ben savunma yapmıyorum artık. Yeterince, hatta fazlasını yaptım çünkü. Biliyorum ki bundan sonra artık, savunma vermek adalet mücadelesi olmayacak. Bundan sonraki adalet mücadelesi savunmayla değil, haklarımı, hukukun ilkelerini öne çıkararak, hatırlatarak olacak. Yaptığımız da bu.
- Peki bu davanın temcit pilavı gibi sürekli yeniden yeniden açılmasını neye dayandırıyorsun? Amaç ne olabilir sence?
- Bir bilsem! Bir bilsem... Kamuoyunda bunun nedenleri çok tartışılıyor. Dedemle, babamla ilgili olduğu söyleniyor. Yaptığım araştırmanın o dönem rahatsız edici olmasıyla başlayan bu süreç, bir kan davasına dönüşmüş gibi görünüyor. Bu süreçte tarihe geçecek bir hukuki mücadele yürüttük. Geç de olsa adaleti yakaladık dediğimiz anda, kâbus yine başladı, biz yine mücadeleye koyulduk. Amaç ne olabilir, ben herkese soruyorum. Kadınlığım mı, cesaretim mi, açıklığım mı, enerjim mi... bilmiyorum. Benim anlamadığım, tanımadığım bir akılla karşı karşıyayım.
Ülkemden beslenmeliyim
- 25 Ocak’ta AB-Türkiye Karma Komisyon Eşbaşkanı Helene Flautre, seninle ilgili Adalet Bakanı ile görüştü, bir açıklama yaparak yargının bağımsız iradesini tekrar göstermesini umduklarını söyledi. Bu uğraşlar senin için ne ifade ediyor? Yurtdışından gösterilen bu ilgiyi neye bağlıyorsun?
- Tüm mücadeleler gibi, adalet mücadelesi de, enternasyonal bir mücadeledir. Ben yıllarca İran’daki, Tunus’taki, Filistin’deki ve pek çok ülkeden kadınlarla dayanışma hareketlerinin içinde oldum. Şimdi de öyle. Adını bile bilmediğim, dilini konuşmadığım pek çok insanın adalet için yan yana gelmesi çok heyecan verici. Tabii AB-Türkiye Karma Komisyonu’nun bu meseleyle ilgilenmesi, esas olarak Türkiye’deki sivil toplum örgütlerinin, kadın hareketinin, eşcinsel hareketinin, insan hakları kuruluşlarının mücadelesi sonucudur. Onlar, katıldıkları pek çok uluslararası toplantıda birbirinden ayrı olarak bu konuyu o kadar çok gündeme getirmişler ki, Avrupa Parlamentosu konuyu araştırmaya başlamış. Sonra onlar da dehşete düşmüş tabii.
- Bir senedir Avrupa’dasın. Fransa ve Almanya’da yoğun çalışmalar yaptığını biliyorum. Biraz bahseder misin?
- Evet, biraz uzaklaşmak, yaratıcılığımın, enerjimin körelmemesi, bu pis film içinde yıpranmaması için bana sunulan imkânları değerlendirdim. Geçenlerde bir psikolojik rapor aldım. Uzun bir liste halinde yaşadığım travmalar anlatılıyordu. Bunların, ağır işkenceyle başlayan bitmek bilmez süreçten kaynaklandığı yazıyordu. Bunu yeni öğrenmedim, biliyordum, yaşıyordum. Artık kaldıramıyordum. Ben çalışmaktan yorulmam ama bu kötü film bütün enerjimi bitiriyor. Şimdi filmin sesini daha az duyabilmek için bir süreliğine uzaklaştım. Böylece “Yeşil Kız” masal kitabımı yazdım, birkaç ay önce yayımlandı. Sonra oturdum, romanımı bitirdim. “Yol Geçen Hanı”, yakında İletişim Yayınları’ndan çıkacak. İki yıldır, Strasbourg Üniversitesi’nde, etnisite ve cinsiyet temelli politikalar üzerine doktora tezi hazırlıyorum. Yine aynı üniversitede, uluslararası mahkemelerde başvurucuların sorunlarına ilişkin bir araştırma projesinde, alan araştırması sorumluluğu yapıyorum. Sınır Tanımayan Araştırmacıların altyapısını örgütlemeye çalışıyorum. Ayrıca Almanya’da bir kültür projesinin sorumluluğunu yürütüyorum. Bir kadın sığınma evine eğitmenlik ve danışmanlık yapıyorum. Kitaplarım, makalelerim çevriliyor. Pek çok konferansa, buluşmaya, toplantıya katılıp konuşuyor, konuşuyorum. Çalışmak, üretmek, anlamlı şeyler yaptığımı hissetmek, deneyimimi, yaratıcılığımı bir yerlere kanalize edebilmek bana iyi geliyor. Direniyorum ve biliyorum ki, ülkeme daha güçlü döneceğim.
- Oysa yurtdışında ilgi gören, takip edilen bir araştırmacısın. Eminim oradaki akademilerden kalmanı isteyenler vardır. Bundan sonrası için projelerin neler?
- Özellikle Fransa’dan böyle bir talep var. Güzel çalışmaların içindeyim ve kendimi üretken hissediyorum. Ama ben akademisyen olmak istemiyorum. Üniversitelerde zaman zaman ders verebilirim, çalışmalar yapabilirim ama bu kadar. Daha serbest çalışmak istiyorum. Edebiyata daha çok zaman ayırmak mesela. Bunun için ülkemden beslenmeliyim. Sokaklarından, sahillerinden, meydanlarından, esnaflarından... Çok özledim.