Pınar Selek
Metafizik dünyanın metalaşması



Prof. Dr. Ali Akay

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı

1990’lı yılların sonlarında Beyoğlu civarlarında küçük tinerci çocukların ‘zavallılığına’ gönül vermişti. Onlarla kalıyor, para çalan çocuklara paranın kirliliğini anlatıyor, çaldıkları paraları yakmalarını öneriyordu. Onlara insanın hayatında alabileceği en büyük “anti-kapitalist” derslerden birisini veriyordu.

Pınar Selek benim eski bir öğrencimdir. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’ne sonradan gelmişti ve sınıftaki dikkati, ilgisiyle dikkatimi çeken bir ögrenci olmuştu. O yıllarda Fransız “yapılsalcılık-sonrası’’ düşüncesi içinde Michel Foucault ve Gilles Deleuze üzerine yapmış olduğum derslere katılmıştı. Her derse gelen, dikkatli ve yerinde sorular soran bir öğrenciydi. Parlak bir zekası ve biraz da melankolik bir bakışı vardı. Bu hâlâ sürmektedir sanırım.
Onu en son gördüğümde Deleuze kolokyumunu düzenlemekteydim. Dinleyici olarak gelmişti ve bana sarılarak “çok uzun zamandan beri sizi dinleyemedim, burada olmaktan memnunum” gibisinden bir şeyler söylemişti. Melankolik duygusallığı onu ilk gördüğüm zamanlardaki gibi, değişmemişti.
 Her zaman duyarlı biri olduğunu kendi yüzünde dışa vurmaktaydı. Soruları hümanizm üzerine odaklanmaktaydı. Özellikle dışlanmışlar, ezilmişler, kabul görmemişler onun ilgisini çekmekteydi. Demokrasi için hüzünlü bir eylemciliği olduğunu sonradan gelip benimle konuşmaya başlamasıyla  öğrenmiş oldum.

Entelektüel algı

O yıllarda, yanlış hatırlamıyorsam 1990’lı yılların sonlarında Beyoğlu civarlarında küçük tinerci çocuklarla ilgilenmekteydi. Onların “zavallılığına” gönül vermişti. Onlarla birlikte kalıyor, onlara anti-kapitalist etika aşılıyordu. Para çalan çocuklara paranın kirliliğini anlatmaktaydı. Marx’ın Grundrisse’deki “para ve sermaye-metalaşma” ilişkisini ve Simmel’in Marx okumalarından yola çıkarak geliştirmiş olduğu “Para Felsefesini”, sosyal metafiziği dikkatlice içselleştirmiş görünmekteydi. Simmel’in “metafizik sosyoloji” olarak adlandırılabilinen, sosyolojik olduğu kadar psikolojik ve metafizik yaklaşımının refleksiyonunu içinde barındırmaktaydı.
‘Paranın genelleştirilmiş teorisi’nin, kelimenin kökeninde yatan “görselliği” barındırıyor olması, aslında, Pınar Selek’in inandığı sosyolojinin de içinde yaşanırken, pratikte her türlü “görselliği taşıyan bir sosyoloji” olması ilginç bir veri olarak karşımızda durmaktadır. Hayatın tümüne yaslanan ve de felsefi olarak ‘bakışı’ ortaya koyan yaklaşımıyla Marksist, Weberci ve Simmelci para analizinin arkasındaki metafizik “dünyanın entelektüel algılanmasına” yol açan bir hayat görüşünü ortaya koymaktaydı. Simmel’in dünyasında olduğu gibi hayatı kendi gerçekliği içinde algılamaktansa estetik ve imajlaşan bir modelde ele almak, aynı zamanda ütopyayı da içine barındıran bir yaklaşımdır ve Pınar Selek’in hümanizması kendi içinde her zaman bir inanç ütopyasını taşımıştır, diye düşünmekteyim. Weltbild yerine bir çeşit Umbildung olarak Almanların ele aldığı ve özellikle Georg Simmel’in sosyolojisi ‘bakış’ ile daha çok alakalı durmaktadır. Optik anlayış ile karışan dioptrik ‘bakış’ değişik açılardan bakışları birleştiren bir foküs olarak düşüncedeki dinamizmi oluşturmaktaydı. Bu bir ilişkisellik anlamına gelmektedir. Görsel olan ile anlamsal olan arasındaki ilişki, Aristotelesci anlamda bir “dynamis” meydana getirir. Pınar Selek bu anlamda dinamik bir sosyolojinin içinde görmektedir kendi çalışmalarını.

Paranın ‘kirli’ değeri

Pınar Selek’in “sosyolojik tecrübeye” atfettiği önemle birlikte “dünyayı bir imaj” olarak algılama süreci başlamış oldu. Tinerci çocuklara para yaktırmakta olduğunu anlatmıştı bana. Bu da beni, tabii ki çok etkilemişti. Onlar para çalıyorlar ve akşama Pınar Selek onlara paranın çirkinliğini anlatarak, paraları yakmayı öneriyordu. Onlara insanın hayatında alabileceği en büyük “anti-kapitalist” derslerden birisini veriyordu. Paranın değer olarak göreliliğini onlara anlatırken, aynı zamanda dinamik olarak potansiyel değerinin önemini toplumdaki değer olarak var olan paranın değeri karşısında görecelileştirmektedir. Paranın göreli değeri ile anlam değeri arasındaki ayrım, bu anlamda, Pınar Selek’in “metafizik dünyasını” materyalleşmeye doğru yönlendirmektedir.
Paranın “anlamının boşluğu” paranın materyal dünyadaki değerinin oluşmasındaki aracısı olarak görebileceğimiz para ile tinercilerin ilişkisi bize gösterdiğinde, onun para formuna ekleyebildiği onca yeni içerik zenginliğinin çeşitliliğini anlamaya başlayabiliriz. Para anlam değil, form olarak kullanımdadır; bu nedenle de formun içeriğinin değiştirilmesi aynı zamanda paraya ve dünyaya bakışı da değiştirmeye başlayacaktır. Değişebilirlik ilkesi paranın potansiyel gücünün sayesinde borsa içinde, o halde, anlam kazanmaya başlar. Yani paranın dynamis’i sonsuzcasına olan potansiyellerin dağıtımı ve değişimi için anlam yaratacaktır.
Pınar Selek, kendi dinamizmi içinde potansiyel olarak paranın dynamis’ini yaşayarak, tinercilerle bu yeni potansiyel yaşam biçimlerine bakışı yaratmaya çalışmıştır.
Değişik dışlanmışların demokrasi içinde yeri olmayanların içinden geçen duyarlılığı onu paranın kirliliğine doğru yöneltmiş olduğu gibi, haksızlıklara da duygusal olduğu kadar rasyonel bir karşı çıkışı da dışa vurmaktaydı. Sosyolojinin, Durkheim ve Mauss çizgisinden geçen psikolojiyi dışlayan hali onu çok tatmin eder durmuyordu. O bakımdan, sosyal bilimler arasındaki disiplinler-arasılığa önem atfetmekteydi. Her şeyden önce duyarlılığının ve inancının verdiği bir güçle, aktif olunduğunda bazı şeyleri değiştireceği kanaatine saplanmıştı ve bu inanç onun bu yaşadığımız dünyaya olan inacı olarak her zaman dinamizminin içinde yaşadığı hayatla birleştirdi onu ve düşüncesini. Aktivistti zaten, eyleme önem vermekteydi. Bunu inandığı fikirlerinde gerçekleştirmek istemekteydi.

Tinerciye felsefe dersi

Bu sırada gelip benden “Deleuze ve Guattari’nin” göçebe felsefesi için tinerci çocuklara ders anlatmamı talep etti. Ancak hem zamanımın yetersizliğinden hem de tinercilere anlatılacak bir göçebe düşüncenin “pek anlamlı olamayacağından” olsa gerek, ona “zamanımın olmadığını ve de onlara Deleuze düşüncesi anlatmanın, belki de, çok erken olacağını” söylemiştim. O çocuklar, bu yıllarda 10-14 yaşlarındaydılar, sanırım. Sonra benim yüksek lisans derslerime geldi ve Sosyoloji Bölümü’nde yüksek lisans çalışmaya başladı. Derslerde, seminerlerde mevcut oluyordu. O, çok ciddi sunumlar yapmaktaydı. Georges Bataille üzerine yaptığı bir çalışmasıyla sınıfta dikkatleri üzerine çektiğini de hatırlıyorum. Bu dönemde, tam da, en parlak olduğu yıllarda bir gün eli kolu tırmıklanmış bir şekilde bana geldi ve ona ne olduğunu sorduğumda “tinerci çocukların yaşlarının büyüdüğünü, ergenleşmenin de getirdiği bir heyecanla” ona saldırdıklarını ve tecavüze yeltendiklerini, onun ise onlarla dövüşerek kendisini koruduğunu anlattığında, rasyonelliğin ve duygusallığın birbirine karıştığı, hayal kırıklığını erken bir dönemde, belki de tekrar yaşamak üzere,  yaşadı sanırım.

Erkeksiliğin zavallılığı

Bu duyarlılığın Pınar Selek’in ahlaki dünyasını oluşturduğunu zannediyorum. Sosyologun kılıktan kılığa girerek değişik alanlarda araştırmalar yaptığını İstanbul’da Rock Hayatı (Baglam Yayınları, 1995) üzerinde olan kitabımızda yazmıştım. Pınar Selek bu alıntıyı daha sonra travestiler (Maskeler, Süvariler, Gacılar) üzerine kaleme aldığı kitabında alıntıladı. Daha sonraki çalışmalarında da aynı duyarlılığı ve hümanizmayı görmek mümkün. Sürüne Sürüne Erkek Olmak yine aynı şekilde hakim erkeksiliğin ‘zavallılığına’ değinmekte; onu zavallı durumlar araştırma alanına çekmekte, sanki. Eleştirel teori ile birlikte erkek cinselliğinin hegemonyasının etkisizliğini fark eden bir kadın bakışı, burada, yine benzer bir noktada dikkatimizi çekmekte: Askerlik, ölüm deneyimleri, milliyetçiliğin dayanılmaz kırılma noktalarının metafiziği, onun sosyolojisinin dinamiğini oluşturmaktadır, diye düşünüyorum.
 Kendisi hümanizmayı içselleştirmiş, araştırma etikasını kendisine şiar edinmiş birisidir. Araştırmacıdır ve de çalışkanlığı sayesinde tek bir alan veya konu üzerinde durmayarak, dışlanmışların dünyasını araştırmaya devam edecektir. Bütün duyarlılığını bu konulara verecek, kılıktan kılığa giren “bin bir maske” gibi sosyolojik anket tekniklerini hayatında tecrübe edecektir; şimdiye kadar hep tecrübe ettiği gibi etikasını insanlık üzerine kuran duygusal birisi olarak takdir kazanacaktır, her zaman onu sevenler tarafından ve de onun desteklediği insanlar ona bazen “kazık atsalar’” bile onun duyarlılığını her zaman akıllarında tutacaklardır.
Önemli olan, bugünkü sıkıntılı durumun, hukuki tuhaflığın bir an evvel geçip, hukuki olarak onu daha özgür kılabilecek, onun araştırma imkanlarının çizgisini devam ederek, değer verdiği dışlanmışlar ve insanlık adına haklarını arayanların üzerine çalışabileceği bir ortamın ona yeniden verilmesidir. Yoksa Türkiye’de çalışkan, duyarlı bir sosyolog araştırma alanını kaybedecek; Türkiye’de, sosyoloji de onun özgün çalışmalarını kaybedecektir. Kayıplar karşılıklı ve ilişkiseldir.
[email protected]
 
 
http://www.stargazete.com/acikgorus/metafizik-dunyanin-metalasmasi-haber-259047.htm
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process