Pınar Selek
İçinden hayat geçen kitap
Pınar Selek’in ilk romanı Yol Geçen Hanı, çoklu anlatıma dayanan dinamik kurgusuyla hayatın ritmini ve zenginliğini yakalıyor

İçinden hayat geçen kitap

“Kalbinizin boşluğuna uzanmış ağır ağır sürüyordunuz deveyi. Oysa sizi gören hep koşturuyor sanırdı. İş güç, çoluk çocuk. Ama sizin çölde her şey yavaştı. Kumların yanıltması… Rüzgârın dalgası. Ben ise aranızdaydım. Figürlerini tasarlamayı bir türlü beceremediğim dansımla dolanıyordum aranızda. Mutluluk dansımla. Tanıyordunuz beni. Seviyor, acıyor, hınç duyuyor, galiba da korkuyordunuz. Ama şöyle… dansım bir koşu… koşumun sonunda vardım toprağıma. Şimdi hatırladıkça hep seraba itiyor beni bu çöl. Yüreklerindeki boşlukta ırmaklar, şelaleler, kaynaklar görüyorum. Damlalarına değemeyeceğimi bildiğim halde koşuyorum. Yorulmak mı? Ben koşarak nefes alabiliyorum. Durursam seraplarım kalmaz. Ölürüm o zaman.”

Duduk sevdalısı müzisyen Rafi’nin sözsüz sesini kelimelere böyle dökmüş Pınar Selek. Derinlikli ve sarsıcı sosyoloji araştırmaları ile naif masal kitaplarından tanıdığımız yazar bu kez ilk romanıyla okurlarla buluşuyor. Bir anlamda Rafi’nin bu sözleri onun üretkenliğinin ifadesi olarak da okunabilir. Nefes nefese ilerleyen ve bir solukta okunan Yol Geçen Hanı, hayat kadar olanaklı, hayat kadar şaşırtıcı.

Yol Geçen Hanı, karakter zengini bir roman. Üstelik bu kahramanların hiyerarşik bir sıralaması da yok. Birbirinden değişik karakterlerle 1980’den 2000’lerin başına uzanan bir zaman diliminde ilerleyen Yol Geçen Hanı’nda gizli baş rol ise Yedikule semtinin. Roman, değişikliği göze alan farklı karakterleri eşliğinde başka coğrafyalara yol alsa da esas olarak Yedikule’de atıyor damar.

“Yedikule, İstanbul’un en eski semtlerinden biri. Merkez değil, kenar değil, aralarda bir eski mahalle. Kabadayıları varmış eskiden; bıçkınları, zindanları, meyhaneleri, geleni, gideni varmış. Bir de ibadethaneleri tabii. Derken, izlerden ve seslerden ibaret bir mahalle olmuş Yedikule. Otsuz, çiçeksiz, renksiz…” Bu sözlerle giriş yapan Yedikule, mahalle dokusunun hakkını teslim eden karakterler eşliğinde dayanışmanın simgesine dönüşüyor.

Kimler yok ki bu romanda… Biri müziğin diğeri devrimin peşisıra giden iki âşık Hasan ve Elif, Elif’in hayat olgunu, derviş ruhlu babası Eczacı Cemal, bugün artık kaybettiğimiz usta-çırak ilişkisinin güzelim temsilcileri marangoz Artin Usta ve Salih, Salih’in büyük aşkı Sema, Elifle birlikte yolu mahalleden geçen devrimci Fikret, Hasanla müzik aşkını paylaşan Ermenistanlı Rafi, genelevden özgürlüğe kaçan ve Semaların evine sığınan Hande ve daha niceleri… Farklı kuşakları, kaygıları ve arayışları yansıtan roman, hayatı göze alma paydasında buluşturuyor tüm bu insanları. Zorluklarla sınanan, önyargılarından, yanılgılarından kurtulmak için bazen kerelerce aynı hataları tekrarlamak zorunda kalan karakterler, sevgi bağının pamuk ipliğiyle bağlı birbirlerine. Aşkın ve dostluğun alışılagelmiş kalıplarını zorlarken bir hayatı paylaşmanın ne kadar çok seçenekli bir deneyim olduğunu da kanıtlıyorlar bize. Okur olarak bizi de harekete çağıran, kokuyu, rüzgârı hissettiren, müziği kalbimizde titreştiren bir sahiciliği var satırların.

Her birimize farklı karakterlerle özdeşleşme ve onlarla birlikte anlatının içinde ilerleme olanağı sağlayan romanda dil de sokağın dilinden, müziğin ezgisine, yerel ağızlardan, iç çekişlere, devrimci söylemden, umutsuz diyaloglara kadar geniş bir yelpazede çeşitleniyor. Yedikule semtinin tanıklık ettiği imece hayatın acı tatlı mücadelesi ise tüm bu dil katmanlarında kendini hep duyuruyor.

Pınar Selek, arayışı hiç bitmeyenler arasında Elif ve Sema karakterleri üzerinden kadının hayat mücadelesini de sorgulamış. Devrimci saflara karışan Elif de kendisine eczacılığı öğreten ustası Cemal’in kaybından sonra Yedikule’nin sınırlarına sığışamayan, arkadaşı Hasan’ın davetiyle gezici müzisyenlerin kumpanyasıyla dünyaya karışan Sema da yolların öğreticiliğinde nasipleniyor. Yıllar sonra Fransa’da belediyeden işgal ettikleri bir bahçeyi yeşerten ve göçmenliğin, yabancılığın zorluklarını bu toprakta umuda, mutluluğa çeviren Sema ve Elif, hayatın mucizevi gücüne duyulan şükranın birer ifadesi sanki. Ve Elif’in, kaybettiği babasına seslenirken kendi kendine söyledikleri aslında kitabın en temel meselesinin de bir özeti: “Baba, zaman ne tuhaf şey değil mi? Her şey yenik düşüyor ona. Ya biz? Zaman bizden bir şeyler aldı mı? Yoksa güzelleştik mi baba? Ne kalacak bizden sonraya, çok merak ediyorum. Notlar, fotoğraflar, anılar… Benim istediğim başka bir şey baba. Zamanın alıp götürmediği bir şey. Bulacağım, merak etme.”

Yol Geçen Hanı hepimizi buyur ediyor içine. Sonrasına ise karışmıyor. Ne yaşayacağımız tamamen bize kalmış. Tıpkı hayatın kendisinde de olduğu gibi. Göze almaya değmez mi?..


Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process