Pınar Selek
Masallardaki Cadılar

Bir varmış bir yokmuş…

Küçücüktük ve dünyayı öğrenmeye çalışıyorduk. Neydi bu dünya? Nasıl yaşardı insanlar? Sorular sorduk, masallar dinledik. Masallardan öğrenirdik ağaçları, ismini hiç duymadığımız hayvanları, iyiliği, kötülüğü, dostluğu, düşmanlığı. Kocaman ormanları, ormanda yaşayan tavşanları, kurtları, kuzuları hep masallarda tanıdık. Hiç sorgulamadan yıllarca dinledik anlatılanları. Sorgulasak da yaşımız nedeniyle pek dikkate alınmadık sanırım.

Evrim Ölçer Özünel’ın Masal Mekânında Kadın Olmak kitabında masalların gelenekleri ve kültürü yansıttığını ama yansıtmakla kalmadığını, aynı zamanda biçimlendirdiğini ve yeniden yarattığını söylüyor. Bu tezini nasıl açıklıyor yazar?

Kültürümüzde kadının konumu, toplumsal olarak ona yüklenen rol ve görevler ile masallarda kadına verilen rol arasındaki ilişkiyi göstererek açıklıyor. Özünel, masallardaki mekânları kadınlar açısından incelerken üç ana mekân tespit ediyor: Ev içi, pencere ve ev dışı. Bu mekânlarla kadının ilişkisi, onun toplumsal rolünü yansıtıyor. Ev, kadının ‘ailenin sürekliliğini sağlama rolü‘nü, pencere, kızın yine ‘aile kurma ve o ailenin sürekliliğini sağlama rolü‘ne doğru adım atışını simgeliyor – Masallarda pencereden sevgiliye kavuşan kız imgesi. (Rapunzel, Pamuk Prenses) Ev dışı ise kamusal alan. Burada ise kadın erkeğin alanına girmiştir ve onun kurallarına uymak zorundadır. Erkeğin alanına girmeyenler de, kurallara uymayanlar da Lilith’in kadınları, cadılardır.

Masalların tek özelliği gerçeklerimizi, kültürümüzü yansıtması değil. Masallar aynı zamanda bir araç. Bu geleneklerin devamı, kuşaktan kuşağa aktarımı, geliştirilmesi ve yenilenmesi için bir tür toplumsal eğitim aracı.

Bu yüzden dikkate alınmadığımız yaşlardaki soruları sormak gerek. Peki neden kırmızı başlıklı kızın başlığı mavi değil de kırmızıydı? O güzel kurabiyeleri annesi değil de babası yapsa olmaz mıydı? Büyükannesini ve kırmızı başlıklı kızı kurtaran kahraman köylü erkek değil de kadın olsaydı? Kalede kilitli olan prens olsaydı ve Rapunzel prensin uzun sakallarına tırmanıp prensi kurtarsa olmaz mıydı? Pamuk Prensesin annesinin tek sorununun güzellik olması garip değil miydi? O da her kadın gibi akşam yemekte ne yiyeceklerini düşünmez miydi? Evin temizliğiyle ilgilenmez miydi? Yedi Cüceler madende çalışırken Pamuk Prenses evini temizlemek, yemeklerini yapmak yerine onlarla birlikte çalışmaya gitseydi? Hep birlikte çalışıp evi de hep birlikte temizlerlerdi belki. Pamuk Prensesi uykusundan uyandıran yakışıklı prens olmasa da mesela Pamuk Prensesin kız arkadaşı olsa, öpüp uyandırsa Pamuk Prensesi, sonra da birlikte hayatlarına devam etseler? Külkedisinin kız kardeşleri de Külkedisi kadar güzel olsa olmaz mıydı?

Pınar Selek’in son, Şahmeran çocuk dizisinin dördüncü kitabı “Siyah Pelerinli Kız” benzer bir soruyu soruyor. Neden bütün masallarda kötülüğün kaynağı cadılar? Peki bu kadınlar neden cadı olmuşlar? Bütün cadılar çirkin ve kalpsiz mi? Kötü cadılar hep çirkin ve kadın olmasa, kahramanlar hep yakışıklı prensler olmasa, prensesler de hep sarışın güzel olmasa olmaz mı?

Ben bu yaşımda anladım ki olmazmış. Çocuktuk anlayamamıştık ama büyüdükçe anladık; kahramanlar erkek, kırıp dökerler, sevdikleri kızı uyandırıp güzeller güzeli prensese döndürürler… Kızlar ise sevgi doluydu, sabırla sevdikleri erkeğin onları kurtarmasını bekler bu esnada da ya saçlarını uzatır ya temizlik yapar ya da kadınsı işlerle uğraşırlar. Yani masallarda iyilik, dürüstlük, yardımseverlik yanı sıra kız çocuklarına kadınlık erkek çocuklarına da erkeklik öğretilir. Sinsi erkek egemenliği masallara sızar ve kendisini bize küçücük yaşta tanıtır.

Peki Pınar’ın masalında cadı nasıl yer bulmuş?

Ufacık bir ayrıntı gibi görünse de büyük önemi var masalların. Pınar da bunun farkında olarak yazıyor masalını. Masalında bir cadının hikayesini anlatıyor.

Pınar’ın masalında da bir cadı var. Ama Pınar köydeki cadının neden cadı olduğunu anlatır. Cadıya eskiden uzun ve siyah saçlarından dolayı Siyah Pelerinli Kız derler. Genç ve güzel kadın sevdiği oğlanla evlenmek ister. Ama babası onu sevdiği yoksul balıkçıya değil zengin bir adama verir. Siyah Pelerinli Kız evlendikten sonra bir daha hiç konuşmaz. Bir gün zengin kocası kızı, sahilde sevdiği balıkçı adamın ismini bağırırken bulur. Zengin koca çok sinirlenir ve elindeki iki bıçağı kızın sırtına saplar. Orman cadısı kızı kurtarır ancak sırtındaki bıçakları çıkarmaz. Sırtında bıçaklarıyla Siyah Pelerinli Kız artık Siyah Peçeli Cadı’dır. Bu büyü sadece bir insan eliyle bozulabilir. Kahramanımız olan küçük kız bıçakları elleriyle çıkarır ve cadıyı cadılıktan kurtarır.

Birçok masalda kötülüğün kaynağı cadılardır. Bütün kötülükleri o yapar, güzel prensesleri öldürür, yakışıklı prensleri kurbağaya çevirir. Pınar’ın masalında ise tersi söz konusudur cadımız iyi kalplidir ve onu bıçaklayan kocası yüzünden bu hallere düşmüştür.

Masalları başka türlü sorgulamamızı sağlıyor Pınar Selek…

Pınar Selek önemli bir adım atıyor ve yazdığı masalla çocukların cadılık, babaların kızlarını istemedikleri adamlarla evlendirmesi, kocaların karılarını öldürmesi ve bu duruma kimsenin ses çıkarmaması gibi konuları sorgulamasına imkan sunuyor.

Belki istediğimiz başka türlü dünyayı çocuklara masallarla anlatabiliriz. Kadınlarla erkeklerin eşit olduğunu, kadınları yakışıklı prenslerin değil kendilerinin kurtarabileceğini, kadınlarının kaderinin oturup yakışıklı beyaz atlı prenslerini beklemek olmadığını, kadın, erkek, siyah, beyaz, Kürt, Ermeni ayrımı yapmadan herkesin tüm çocukların kardeş olmasının, birlikte oyun oynamasının önemli olduğunu anlatabiliriz çocuklara. Bütün hayatımızı cinsiyet rollerine göre kurmamız, çocuklara bu rollere uymalarını öğretmemiz dışında bir yolumuz daha var. Bunun için de Pınar gibi masal anlatıcılarına ve Siyah Pelerinli Kız gibi masallara daha çok ihtiyacımız var.

Gelelim Türk Masallarına… Türk masallarında da kötücül cadılar yer buluyor öyle değil mi?

Türk masallarının önemli kahramanlarındandırlar. Bunlar daima kötülük yapmak için yaratılmışlardır. Başlıca silahları büyüdür. Küplere binip veya arkalarına sihirli hırkalarını geçirip bir yıllık yolu bir anda aşarlar. Kendilerine torbalarla verilecek altınlar karşılığında yapmayacakları kötülük yoktur. Gelin arabasına binerek gelini zehirleyip kendi kızlarını evlendirirler, yırtık pırtık giysili uzaktan gelen zengin ama kendini saklayan şehzadelere, karşılığında küp küp altınlar alarak, saraya girip kız isterler. Tatlı dil dökmek, güler yüz göstermek pek kolaylıkla becerdikleri işlerdir. “Kandehar Padişahın Kızı” masalında cadılardan şöyle yakınılır:

Kendi Kendinin Celladı — Charles Baudelaire

Kendi Kendinin Celladı — Charles Baudelaire

“Nasıl ağlamayayım? Bak şu ağacın altında yatan dört civana. Şimdi bunlar uyanıp, şu karşıki dağı aştıklarında önlerine bir güzel at çıkacak. Bunlar da aman ne güzel hayvan diye peşine düşüp atı tutmak isteyecekler. Bunun bir at değil de bir cadı olduğunu nereden bilecekler? Cadı dördünü birden tuttuğu gibi Kandehar padişahına götürecek. O da bu dört civanı öldürecek. İşte bunun için ağlıyorum der”.

Bir de Murathan Mungan’ın sanırım Binbir Gece Masalları’na gönderme yaparak kaleme aldığı “Kırk Oda” adlı bir kitabı var. Masallar Mungan’ın kaleminden başka bir hal alıyor…

Evet çok çarpıcı masal-öyküler yer alıyor kitapta. Hikayelerin başlıkları şöyle; Yedi Cücesi Olmayan Pamuk Prenses, Zamanımızın Bir Külkedisi, Yüzyıllık Uyuyan Güzel, Aşkın Gözyaşları yada Rapunzel ile Avare… En ilgi çekici hikayesi Yedi Cücesi Olmayan Pamuk Prenses.. Bir tadım alıntı yapalım…

Bir varmış bir yokmuş. Uzak ülkelerin birinde bir Pamuk Prenses yaşarmış. Ne var ki bu Pamuk Prenses, Yedi Cücesi olmayan bir Pamuk Prenses’miş. Bu yüzden hayatta en büyük emeli Yedi Cüceye sahip olmakmış. Sabah akşam penceresinin kıyısına oturur, kendine yedi cüce vermesi için tanrıya yakarır, günün birinde çıkagelecek yedi cücenin yolunu gözlermiş. Kapısında Beyaz Atlı Şehzadelerin bini bir paraymış; Prenslerin biri gidip, biri geliyormuş ama neye yarar? Yedi Cücesi yokmuş. Prenslerin, Şehzadelerin hepsi de en büyük vaatlerde bulunuyorlarmış kendisine, yalvarıp yakarıyorlarmış ama, o bunların hiçbirini istemiyor, bu erken ziyaretçilerin hepsine burun kıvırıyormuş. “Önce Yedi Cücem olsun, ben onlarla küçük bir kulübede yaşayayım. Evlerini süpüreyim, yerlerini sileyim, çamaşırlarını bulaşıklarını yıkayayım; sonra cadı kadın gelsin beni yerden yere çalsın, siz ondan sonra gelip beni kurtarın; şimdi gelmişsiniz ne çıkar?” diyormuş. O pencerenin kıyısında solmuş durmuş. Yoldan her geçen kadının sepetini “Acaba elma var mı, yok mu?” diye karıştırıyormuş. Her yaşlı kadını elmacı kadın sanmaktan, her sepette zehirli elma aramaktan kendine de gına gelmiş. Kendinin bir masalı olmamış. Gün gelmiş iyice yaşlanmış, çirkin bir kız kurusu olmuş. Yaşamının da kendisi gibi iyice kuruduğunu görmüş. Şaşkınlıklar içinde korkulara, kuşkulara kapılmış. Oysa masalından, düşlerinden de bir türlü vazgeçemiyormuş. Bunun üzerine masalında yeni bir yer edinmeye karar vermiş. Koluna bir elma sepeti takmış, dağ tepe demeden kulübe kulübe dolaşmaya başlamış. “Nasılsa her zaman bir pencerede yazgısını bekleyen bir Pamuk Prenses bulunur” diyormuş. “Belki uzak bir kulübede, bir ışıksız pencerede bir Pamuk Prenses beni bekliyordur” diye düşünüyor, hiç olmazsa onu mutlu etmek, zehirli elmalarıyla onu özlemlerine, düşlerine kavuşturmak istiyormuş.

Baudelaire’in “Kendi Kendinin Celladı” şiiriyle yazımızı bitirelim o halde…

Ayşin Altun

http://www.sisifos.org/avangard/masallardaki-cadilar

Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Pınar Selek
Mahkeme Süreci Court Process